Üniversitenin denetim ve disiplin amiri, rektörün amiri polis mi olacak?
Fotoğraf: Envato
Demokratik rejimlerin temel sorunlarından biri, yönetimin oluşmasından daha çok nasıl denetleneceği sorunudur. Demokratik rejimlerin salt temsili hale dönüşmesi, denetim sorununu daha da yaşamsal hale getiriyor. Mevcut yasama-icra-yargı-basın şeklindeki “güçler ayrımı” hemen her noktadan iç içe geçtiğinden, artık pek işlerliği bulunmuyor. Referandum, halk yoklamaları, plebisitler de büyük nüfus gruplarında pek uygulanabilir gözükmüyor. “Anayasal” çerçeveler de dönüp dolaşıp “güçler ayrımına” dayanıyor. Geriye salt parlamento seçimleri kalıyor ki, onun da propaganda teknikleriyle çoğunlukçuluğa dönüşme riski bulunuyor.
Yönetimin bugünkü yapısı, giderek teknik akla, teknokratlığa dönüşüyor. Aslında parlamentolar değil de CIA, FBI, maliyeciler hükümeti vb. devleti idare ediyor (Snowden, Assange sızıntıları yeterli gösterge). Hobbes’un daha büyük bir güç olan devlet zoru hiyerarşik anlamda alttaki ofis, memur ve tebaa için bir nebze dikkate alınabilir de “üstteki yöneticileri/devleti” kim nasıl denetleyecek? Bunun bugünlük tek geçerli yolu gerçek bir “halk demokrasisi” gözüküyor, yoksa polis devleti değil.
ÜNİVERSİTELER EMNİYET AMİRLİĞİNE Mİ BAĞLANIYOR?
Dahası bir paradoks, bir kısır döngü de söz konusu. Yurttaşı mı polis, polisi mi yurttaş denetleyecek?
En üst denetleyici kurum, milletin meclisi olan TBMM’dir. Hükümet gensoruları, hükümetin onanması ve düşürülmesi meclisçe yapılır. Meclis ise yurttaşlarca seçilir. Dernek ve vakıflarda yönetim kurulu gibi bir de denetim kurulu seçilir. Bürokraside bu durum liyakatla işler. 12 Eylül’ün mevcut YÖK sisteminde bile YÖK DENETLEME KURULU, üst kurul niteliğinde ve üyelerini kıdemli profesörlerden, Danıştay, Sayıştay, Yargıtay üyelerinden alıyor. Disiplin amirliğini ise öğretim elemanları için rektör, rektörler için ise YÖK yapıyor. Bürokraside de amirin izni olmadıkça memuru polis denetleyemez, hatta mahkeme bile yargılayamaz.
Eğer üniversitenin denetimini, disiplinini “polis/koruma memuru” yapacaksa, öğrencinin, çalışanın, hatta dekan ve rektörlerin üstünde bir güç, onların amiri (İNGİLİZ KOMİSERİ/ÜNİVERSİTE KOMİSERİ) haline gelecekleri anlamına gelir. Protokol sırasında rektörden çok daha geride olan bir memur, pratik olarak onun amiri, denetçisi konumuna yükselecektir.
12 Eylül’de olduğu gibi OLAĞAN ÜSTÜ DEVLETLERDE, polis ve asker en üst amir pozisyonuna getirilir. Her şeyi KOMUTAN/BAŞKAN emredecek ve ASKER/POLİS de denetleyecekse buna “faşist” devlet, en azından “istibdat” devleti deniyor (demokrasilerde ise emri seçmenin temsilcisi meclis veriyor, yasama sistemi veriyor, başbakan ve memurlar ise icracı konumda sayılıyor).
ÜNİVERSİTE POLİSİ, DUYARLI HOCA VE ÖĞRENCİYE HAFİYE ANLAMINA GELİR
Kaldı ki 50-100 koruma memuru, bir üniversitede 50-100 kişiyi bile bulmayan eleştirel yaratıcı hoca ve öğrenci için tek tek HAFİYELİK anlamına gelecektir; duyarlı kişileri “takip memurluğuna” dönüşecektir. Bu durum üniversiteyi bırakın, ülkenin yaratıcılığı, buluşçuluğu, sorunlarıyla yüzleşmesi, demokratikleşmesi açısından da çok büyük bir kötülük oluşturacaktır.
ÜNİVERSİTE BİLEŞENLERİNİN YER ALDIĞI DEMOKRATİK İÇ DENETİM + KAMU DENETİMİ
Devletin de, üniversitenin de en güçlü denetim sistemi demokrasidir; dışsal değil demokratik iç denetimdir; akademik kurulların, SENATO’nun üst karar organı haline getirilmesidir. Bu organların demokratik bir şekilde seçilmesi ve yenilenmesidir. Bu kurullarda bütün bileşenlerin yer almasıdır.
İçsel demokratik denetimin-kurulların işler hale getirilmesinin yanında, kamu adına Maliye, Sayıştay ve mahkemeler zaten yetkili bulunuyor. İçsel denetim kamu denetimini, kamuya karşı hesap verilebilirliği de kolaylaştıracaktır.
Polisin yerleştirildiği bir üniversite, kurumsal özerklik veya akademik özgürlüğü bir yana bırakın, “devlet dairesi” bile sayılmaz, böyle bir ülke demokrasi hiç sayılamaz. Olsa olsa bir tür kışla, bir tür hapishane, bir tür polis devletidir. Taksim’den Antakya’ya, Kızılay’dan ODTÜ’ye yaşananlar, malumun ilanı değil mi?
- İsrail ve Suriye örneğinde bilimin ve bilimsel eğitimin anlamı ve önemi üzerine 13 Aralık 2024 04:40
- MEB açık öğretim okulları istatistiklerinde bir gariplik mi var? 29 Kasım 2024 04:15
- AKP'nin eğitim ve bütçeleme anlayışı: Lime lime ayrıştırmanın, imam hatipleştirmenin, metalaştırmanın, peşkeş çekmenin binbir türü 15 Kasım 2024 04:43
- Cumhuriyetin 101. yılında rüya, yurttaşlık ve ana dillerinde eğitim meselesi 01 Kasım 2024 04:26
- Üniversite nedir? Araştırma ve bilgi nedir? Kariyer yapmaktan/ uzmanlık bilgisinden farkı nedir? 18 Ekim 2024 04:42
- Akademinin yeri ve değeri: 207 üniversite bir 'muhabir Rüya' eder mi? 11 Ekim 2024 04:43
- MEB istatistiklerinin gör dediği açlık, dayatma ve niteliksizlik 04 Ekim 2024 04:50
- Türk Psikologlar Derneğinin Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline dair görüşü: Eğitim değil eğitimi ihlal modeli 27 Eylül 2024 04:42
- AKP ve MEB’in büyük mahareti: Bağnazlığı ve emek sömürüsünü sürdürmeye diplomalı çözüm 20 Eylül 2024 04:15
- Aileler çocuklarını MEB’den kurtarmaya çalışıyor: MEB eğitime, çocuklara, topluma zararlı hale mi geldi? 13 Eylül 2024 04:42
- Eğitimin sorunlarından öğretmenler ve müdür yardımcıları da mağdur 06 Eylül 2024 04:41
- Atamaların değeri değersizleştirilmesi üzerine 30 Ağustos 2024 04:44