19 Eylül 2013 16:48

Yarım kalan alkış

Yarım kalan alkış

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Altın Koza’da prömiyer yapan ikinci yarışma filmi Yarım Kalan Mucize, film bitmeden bir kez alkış aldı. Replik, çocuklarını okula göndermeye ikna edilmeye çalışılan köylüler ağanın peşine takıldığında söylenmişti: “Açlık bitmeden kölelik bitmez”. Köy Enstitülerinin yaratmaya çalıştığı mucizeye bir övgü düzmeye çalışan filmin özeti sayılmaz bu replik. Ne de olsa sondaki alkışın eğitime dikkat çekmesi ve Cumhuriyet’in belli bir dönemine duyulan özlemden beslendiği, söz alan seyirciler tarafından açıkça ilan edildi. Mucize, baştan sona, sınıfları eğitimle ortadan kaldırmayı ima eden bir filmin tek alkış alan cümleyle arasında hiçbir çelişki görmemenin ta kendisi.
Geçen yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden Toprağın Çocukları’nı hatırlatan Yarım Kalan Mucize, Adana’daki yarışmada seyircileri bölen film oldu. Sinema niteliği arayanları hayal kırıklığına uğratan, meselesini destekleyenleri heyecanlandıran filmin çıkışında, seyirci oylamasını kastederek “Bu filme 10’dan az puan verilmez gençler, lütfen” diyen yaşlı amca misali. İki film arasındaki dikkate değer fark, ilki Ali Adnan Özgür’ün ilk filmi iken, ikincisinin deneyimli Yönetmen Biket İlhan’ın elinden çıkmış olması. Köyünden çıkıp enstitüye çok şey borçlu olan genç kadın ve erkek, sürekli nutuklar atan öğretmen, hatta kötü niyetli ve kandırılmış köylülerin saldırısına bağlanan final bile fazlaca birbirinin benzeri. Senaryonun zayıflığı her şeyin önüne geçip, filmi doğrudan diyalogla verilen basit mesajların toplamına çevirince, Köy Enstitülerinin yetiştirdiği onlarca başarılı yazar ve sanatçının ustalıklı anlatımı geliyor akla. Sonra gidiyor.
Elbette bu naiflik, benzer eğitim-cehalet temalı filmlerde olduğu gibi, gücünü ideolojik kaynaklarından alıyor. Yarım Kalan Mucize’nin de savunduğu, Köy Enstitülerinin köylü çocukları için müthiş bir aydınlanma imkanı sunduğu, yok etmeye çalıştığı cehalet ve ona yaslanan popülist politikalar tarafından yok edildiği. Bunun bir yere kadar doğru olduğu kimse için sır değildir ama enstitülere tek başına ülkenin bütün sorunlarını çözecek bir devrim olduğuna inanmak için, her sorunun eğitimle çözüleceğini düşünmek de gerekir. Köy enstitüleri filmlerinin bu kadar birbirine benziyor olmalarının sebebi, bu düşüncenin önünde sonunda hepsini okuyarak kurtulmuş köylü çocukları ile okumayarak ağaya teslim olmuş köylüler arasındaki çatışmaya sürüklemesinden. Sadece meselenin sınıfsallığının altını çizen cümlenin alkış alması değil, finalde anneannesinin günlüğünü boğaza nazır evinde otururken okuyan torun da eğitimin niteliğinin sebep değil, sonuç olduğunu ispatlayabilirdi. Ama öyle değilmiş gibi yapan filmin çelişkisi, kendiyle.
Babasının nasıl olup da köy enstitüsüne gitmesine izin verdiği sorulan kız arkadaşları “Benim babam da ağa, ama Halk Partili” cevabını veriyor. Bununla filmin ne eğitimin niteliğini, ne cumhuriyetin yakın tarihini derinlemesine sorgulamak yerine, belli bir burjuva partisinin hep en doğrusunu yaptığı (buna faşizme başından, neredeyse kafa tutmak da dahil, bütün tarihi gerçekleri inkar edercesine), ötekinin hep en yanlışını yaptığı fikrinden dışarı çıkmadığı daha kolay anlaşılır. Halka bir şeyleri yukarıdan dayatmaktan başka çözüm bulamamak, bazen kolay alkış alır, ama ülkenin tarihini de, bugününü de açıklamakta yarım kalacaktır, en iyi ihtimalle.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa