Yeni eğitim yılı ve ana dili
Yeni bir eğitim-öğretim yılı yaklaşık 17 milyon öğrenci için geçen pazartesi başladı. Başlamasıyla beraber eğitimdeki aksaklık ve eksikliklerin de tekrar dile getirilmesine ve sorunların çözümü için farklı arayışlara vurgu yapılmasına da vesile oldu. Halen binlerce okulda-özellikle doğu ve güneydoğuda –derslerin öğretmen yokluğundan boş geçmesinden tutun da, onlarcasında onarımların devam etmesi sebebiyle eğitim ve öğretimin yapılamadığı basında yazılıp çizilmektedir. Keza çoğu okulda yeterli hizmetli bulunmadığı bu açığın TYÇP kapsamında ücretli işçilerce hizmetlerin yürütüleceği, kantinlerin yeteri kadar denetlenmediği, satılan ürünlerin sağlıklı olmadığı, servis sorunları, mevcudu hayli yüksek sınıflar, birleştirilmiş sınıflar, bütçede eğitime ayrılan payın düşüklüğü, kısacası çağdaş eğitime yakışmayan bir manzara.
Öte yandan eğitim ve öğretimin temel amacı çocuklara kendi dillerini öğreterek onların yaşadığı çevre ve giderek dünyayla olumlu ve uyumlu birer birey olarak yetişmelerine yardımcı olmak, yani yerelden beslenerek evrensel değerlere ulaşmaya yardımcı olmaktır. Bu anlamda eğitim ve öğretimin temel argümanı dildir. Öğrenciler dil üzerinden yaşamla iletişime geçecek ve onunla sağlıklı bir etkileşim kurabileceklerdir. Bu yüzden 20. yüzyılın önemli filozoflarından Wittgenstein, “dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır”der ve bunu derken, dilin duygu ve düşünce dünyasıyla olan yaşamsal ilişkisine dikkat çeker. Yahudi kökenli Avusturyalı filozof, insanın dili olmadan dünyasının söz konusu olamayacağının altını çiziyor.
Kuşkusuz her insan önceden seçme şansı olmadığı bir dil ortamında dünyaya geliyor ve bu dilin olanakları ölçüsünde bir kimlik ve belli bir kültürel donanım sahibi oluyor. O dilin gelişkinlik ve kıvraklığı ile hayatla olan ilişkisi oranında güç ve kudret sahibi oluyor. Dolayısıyla bir insanın içinde doğduğu dilinden koparılması ve kendisine yabancı bir dili özümsemeye zorlanması onun için dünyanın sonu anlamına geliyor!
Unutulmamalı çocuklar daha ana rahmindeyken öğrenmeye başlıyor. Annesinin bedensel, fiziksel ve ruhsal davranışlarından etkileniyor. Doğumdan sonra da annesinin konuştuğu dilin ses dizisi, tınlaması, vurgusu, melodisi ve tonlamasını öğreniyor. Böylece süreç içinde bu dil sayesinde kültürel ve bireysel benliğini kazanıyor.
Kendi dilinde eğitim yerine farklı bir dilde eğitilen bireylerin yaşamları boyunca özgür bir benlik bilincine erişemedikleri, duygu ve düşüncelerini sağlıklı olarak dile getiremedikleri ve çevresiyle sağlıklı bir iletişim kuramadıkları bütün dil bilimcilerce ve eğitimcilerce dile getirilmektedir.
Keza kendi ana dili yerine farklı bir dille eğitime zorlanan ve eğitilen bireyler salt yukarıda sıraladığım eksiklikleri yaşamamakta aynı zamanda eğitildikleri dili de hırpalamakta ve anlam kaymalarına sebep olmaktadır. Örneğin; yıllar önce bir öğrencime neden ödevini yapmadığımı sorduğumda bana; “akşam annem babam kavga yaptılar” demişti.
Lorîn S. Doğan’ın 2010 Mayıs’ında Sabancı Üniversitesinde bir kısım öğrencinin katıldığı, Kürt Yazarlar Derneğinin düzenlediği “Kürt Edebiyatı Tarihini Yazıyor”panelinde ana dilinin önemi konusunda söylediği “ilkokula başladığım güne kadar Tanrı’nın Kürtçe konuştuğunu düşünüyordum” sözü sanırım ana dilin önemi konusunda söylenmiş en etkili sözlerden biridir. Zira Lorîn S. Doğan”o gün düşünce ve duygu dünyam altüst oldu, kendimi büyük bir boşluktaymış gibi hissettim” demesi de yedi yaşında bir çocuğun yaşadığı travmanın ne denli sarsıcı olduğunun da altını çiziyordu.
Bugün dünyada binlerce dil konuşuluyor. Bazı ülkelerde birden çok dilde eğitim veriliyor. Ve bu gerçek hiçbir ülkenin bölünmesine sebep olmuyor. Aksine dünyanın gıptayla baktığı en gelişmiş ve çağdaş ülkelerdir bunlar.
Yıllarını eğitime vermiş bir eğitimci olarak Kürtçenin eğitim dili olarak önüne engeller konulmasının Kürt çocuklarında yarattığı travmayı birebir yaşamış ve gözlemlemiş olarak bu anlamsız yasağın tez elden kaldırılmasını dilerim.
Evrensel'i Takip Et