AKP'nin başarısı

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 10 Eylül 2013 tarihi itibarıyla, üyesi olan 194 ülke arasında Türkiye’nin 5. sırada olduğunu ilân etti. İzninizi alarak, söz konusu başarının ne olduğunu ve neden olduğunu iki konuya değindikten sonra paylaşmak istiyorum.
Geçtiğimiz haftalarda hükümet yetkililerimiz tarafından bizzat açıklanan iki önemli konu var. İlki “kına”. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, döneminde milli sporcularımızda saptanan dopingli sayısıyla Türkiye rekoru kırdı. Bununla da yetinmedi, er meydanı Kırkpınar yağlı güreşlerinde bilebildiğimiz bir ilkin de sahibi. Başpehlivan unvanını kazanan güreşçide doping saptandı. Bakan Kılıç’tan bu konularla ilgili kamuoyunu aydınlatan kapsamlı herhangi bir değerlendirmeyi halâ bekliyoruz. Nedenleri saptandı mı? Çözüm önerileri var mı? Yoksa tek neden sporcularımızın kendisi mi? Ülkemiz sporunda bunlar yaşanırken, sessizliğini koruyan Bakan Kılıç, 2020 olimpiyat oyunlarının İstanbul’a verilmemesi üzerine hiç zaman kaybetmeden kamuoyuna açıklama yapma gereksinimi duydu. Yurttaşlara kına önerdi. Ülkemizde kına kimilerince kozmetik, kimlerince kültürel kimilerince de tedavi amaçlı olarak vücudumuzda genellikle saç ve el bölgelerinde kullanılıyor. Dopingle birlikte, kınanın kullanımıyla ilgili olarak da açıklama bekliyoruz...
İkinci konumuz “orman”. Başbakan Recep Erdoğan, Ankara Yüzüncüyıl Çiğdem Mahallesi halkı ile ODTÜ öğrencilerinin mahalle ve okulları etrafındaki doğa kıyımına karşı dayanışmalarından etkilenmiş. Kendilerini ormanda yaşamaya davet etti. Başbakan ve Bakanlar Kurulu üyeleri başta olmak üzere, AKP sözcülerinin bunlara benzer birçok davranışı artık sıradanlaştı. Kanıksar olduk. Ancak bu durum büyük sıkıntılara gebe. Söz konusu kültürel erozyonu durduramazsak, geleceğimiz-çocuklarımız altında kalacaklar.
Bununla birlikte, AKP’nin doping ve kültür başarısı sağlık alanındakiler yanında sönük kalıyor. Olmayanı yaratıyorlar. Öyle ki sağlık alanındaki başarılarını Dünya Bankası’ndan sonra DSÖ’de belgeledi. Bu köşede, 19 Mart tarihinde, Salgın Var! başlıklı yazımda “Dünyanın yeryüzünden kökünü kazımaya uğraştığı kızamık, Türkiye’de üç yıldır salgın halinde. DSÖ verilerine göre ülkemizde 2007 yılında üç, 2008-2009 yıllarında dört, 2010 yılında yedi, 2011 yılında bir önceki yılın yaklaşık 16 katı daha fazla sayıda 111, 2012 yılının ilk 10 ayında ise 56 kızamık hastası saptandı. Artış devam ediyor.” cümlelerini paylaşmıştım.  Önceki Bakan Akdağ, 2007 yılından beri TBMM bütçe görüşmelerinde Türkiye’de kızamığın kökünü kazıdıklarını, görülenlerin yabancı vaka olduğunu açıklaya dursun, aşıyla korunulabilecek bir hastalık olan kızamık Türkiye’de salgın yapmış durumda.
DSÖ, Türkiye’de, 2012 yılında bir milyon kişinin 98’inde (toplam 698 vaka) kızamık saptanırken, 2013 yılında bir milyon kişinin 160’ında (toplam 6966 vaka) kızamık saptandığını açıkladı. Türkiye, DSÖ’ye üye 194 ülke arasında 2012 yılında kızamığın en sık saptandığı 52. ülke konumundan, 2013 yılında 47 sıra birden yükselerek Angola, Nijerya, Lübnan ve Gürcistan’ın arkasından beşinci sıraya yerleşti. Bakan Müezzinoğlu’dan da, Başbakan Erdoğan’dan da çıt çıkmıyor.
Gelinen durum, Sağlık Bakanları ve yetkililerinin yedi yıldır yaptıkları gibi ‘yabancı vaka’larla açıklanabilecek bir durum olmamakla birlikte, resmen ve bilimsel olarak bir kızamık salgını söz konusudur. Sorumlu ve yetkili konumundaki Sağlık Bakanı ister Başbakandan izin alarak, ister almadan kızamık salgınının varlığını kabul edip gerekenleri, Türk Tabipleri Birliği ve ilgili uzmanlık derneklerinin de katılımını sağlayarak, daha fazla vakit geçirmeden, “şeffaf” olarak hayata geçirmelidir.
Ayrıntılarını daha sonra kanıtlarıyla paylaşma sözünü vererek, kızamık salgınının esas nedeninin AKP’nin Sağlıkta Dönüşüm Programı ve bu kapsamda sağlık ocaklarını, ekip çalışmasını, ev ziyaretini ortadan kaldıran AKP’nin aile hekimliği sistemi olduğu, en küçük bir şüpheye yer vermeyecek kadar açıktır.