Karanlık güçler işin içinde artık!
Beşiktaş gibi bir takımın seyircisi, maçın 90+2’nci dakikasında sahayı işgal eder mi?
Beşiktaş gibi bir takımın seyircisi, takımı aleyhine olacağını bildiği halde, takımı yenik bile olsa, pazar gecesi yaşananların müsebbibi olmak ister mi?
Bu sorular çoğaltılabilir ve normal koşullarda bu soruların yanıtı da “hayır”dır.
Yani Beşiktaş seyircisinin sahaya inip maçı tatil ettirmesi için hiçbir akla uygun neden yoktur.
Ama koşullar, spor için, futbol için “normal” değil.
Hele de Beşiktaş için!
Çünkü bir yandan futbolun sürekli bu tür olaylarla gündemde olmasından “ekmek yiyen” “spor basını”, ilk dört maçını kazanmış, herkesten övgü alan ve başarılı futboluyla dikkat çeken “Beşiktaş’ın şampiyon yapılmayacağını” iddia etmeye varan bir cadı kazanı kaynatırken öte yandan “Çarşı” üstünden Beşiktaş seyircisi, Hükümetin ve “Eylül sendromu” siyasetçilerinin de hedefiydi. Son yılları kapsayan şike ve doping skandallarına hiç girmiyoruz bile.
Burada ”Beşiktaş’ın şampiyon yapılıp yapılmayacağı” tartışmalarını spor alanının uzmanlarına bırakalım. Ama tartışmanın, Çarşı üstünden yürütülen, bir ucu Başbakan Erdoğan’da öteki ucu yandaş medyada uzanan yanına gelince herhalde bu köşeden de söylenecek çok şey var.
Çünkü Beşiktaş seyircisi, özellikle de “Çarşı” diye bilinen grubu, Gezi direnişinde önemli bir mücadele bileşeni olmakla kalmadı, sporda rekabet anlayışını da değiştiren, söz konusu özgürlük ve demokrasi mücadelesi olduğunda diğer takımların taraftarlarıyla kardeş olduklarını ilan ederek, aslında spor ve siyaset yaşamımızda son derece önemli bir çığır açmaya yöneldi.
Çarşı’nın bu girişimi diğer kulüplerin taraftarları içinde de hızla yayıldı; hatta bu alandan rant sağlayan sermaye ve siyaset erbabı için “tehditkar” bir tutuma dönüştü.
Onun içindir ki AKP Hükümeti, ”Eylül sendromu”ndan söz ederken, eylülde “okulların açılmasını” ve “spor karşılaşmalarının başlaması”nı sendromun iki ayağı olarak tarif etti. Yandaş basın da Gezi direnişinin başından beri Beşiktaş seyircisi ve Çarşı’ya karşı bir karalama kampanyası yürüttü.
Ve daha önceki geceden beri yandaş basın; olayları Gezi direnişiyle bağlayarak, karartma yapmaya başladı bile. Ama gerçekler tam tersini gösteriyor.
Öncelikle gerçeği, en azından bir yanından yakalamak üzere şu “ünlü soruyu” soralım ve yanıtlarına bakalım:
Önceki gece Olimpiyat Stadı’nda olanlardan kim kazançlı çıkmıştır?
Beşiktaş mı kazanmıştır?
Hayır!
Çarşı grubu mu kazanmıştır?
Hayır!
Galatasaray mı kazanmıştır?
Hayır!
Gezi direnişinin harekete geçirdiği kitleler mi kazanmıştır?
Hayır!
Gezi düşmanlığı üstünden ülkedeki politik ortamı kendi lehlerine çevirmek isteyenler mi kazanmıştır?
Evet!
Çarşı’yı ve Gezi direnişini itibarsızlaştırmak, Çarşı’yı basit bir holigan grubu derecesine itmek isteyenler mi kazanmıştır?
Evet!
Sorular ve yanıtları bu kadar netken, olayı ne “Gezi direnişinin devamı”na ne de masum bir spor karşılaşmasındaki “Holigan tepkisi”ne bağlayabiliriz.
Türkiye’nin iktidarları ve derin devletin faaliyetleri ışığında baktığımızda bu olayın aslında Gezi direnişi ve Çarşı grubunu itibarsızlaştırmayı amaçlayan “Eylül sendromu” propagandasına dayanak sağlayan bir “komplo”, bir “kontra girişim” olduğunu söylemek için fazlasıyla gerekçe var.
Eğer savcılar gerçeği arayacaksa, hâlâ gerçeği arayan bir emniyet yetkilisi varsa; soruna bu açıdan baktıkları ölçüde gerçeğe yaklaşabilecektir. “Sahaya inen ilk kişi, ilk 10 kişi, ilk 20 kişi kimdir?” sorusunun yanıtı aslında bu olayın arkasındakilerin kimliğini çıkaracak önemli bir ipucunun da yakalanmasına yardım edebilir.
Futbolun hiçbir zaman sadece futbol olmadığını artık herkes kabul ediyor. Ama futbolun siyasetin en pis bataklıklarından birisine dönüştüğüne de tanık oluyoruz artık.
“Eylül sendromcusu” siyasetçilerin hizmetine giren karanlık güçler de işin içinde artık; tribünlerde kol geziyorlar, sahaya inmek için de fırsat kolluyorlar!
Bugün gereken ise bu oyuna gelmemektir.
Evrensel'i Takip Et