Gazanız mübarek olsun!
Birden bir esinti, serinlik, sanki çiçeklerden bir yaz yağmuru / Karşıda boynuma doladığım mendil kadar bir deniz / parkta el ele dolaşan çocuklar gibi gemiler.”Kızım Yazı, Refik Durbaş’ın “Çaylar Şirketten”ini, bu güzelim kitaptan bu güzelim dizeleri okuyacak yaşta değildi henüz. Dört ya da beş yaşında. Şiir yazacak yaşta da değil. Ancak şiir söyleyecek zamanda. Hadi, benim mırıldanmalarımdan, sayıklamalarımdan etkileniyor diyelim.
Bir yaz günü. Yukarıda mendil kadar bir gökyüzü, karşıda avuç içi kadar bir deniz. Bizimki çalışma odamda bir sandalyeye tünemiş kendi kendine konuşuyor, ben yan odadayım, büyükanne salonda. “Deniz deniz, kız kardeşim ol. Gel otur yanıma, saçını tarayayım.” Yalnızlık, şaire ettiğini o yaşta bir çocuğa da ediyormuş demek ki! Odada yalnız. Coşmuş gidiyor. Denizi çağırıyor, bulutlarla konuşuyor, kuşlarla toy kuruyor.
Büyükanne, bu bilinçdışı dilin oyunlarını duyunca koşturarak giriyor odaya: “Sus kız, doğru dürüst konuş. Bir eve bir deli yeter. Babanla zor uğraşıyoruz, sen de çıkma başımıza.” Verili dilden her sapma, başa bela kuşkusuz.
Yazı, sonra okula başladı. Okulun ilk günü unutulacak gibi değil. Sıraya dizilmiş çocuklar, sıra başlarında öğretmenler ve “adap ve nizam” için müdürün “vatan millet” söylevi… Bitmek bilmiyor. Tek tip giysisi içinde küçük bir tutsağa benzeyen taze öğrenci, dayanamayıp sırayı bozuyor ve yanıma geliyor. Bacaklarıma sarılarak yalvarır bir sesle inliyor: “Bu adam daha konuşacak mı baba?” Müdürün okulun daha ilk gününde azarlamaları, uyarıları sürüyor.
Sonra da kızım, “doğru dürüst konuşma”ya başladı. Düş gücünün yerini müfredat şiirleri almıştı. Okuldan eve düşmanlarla geliyordu. “Düşman çoktu / Atatürk yoktu / Atatürk geldi / Düşmanı kovdu.” diye başlayan ezberletilmiş bir şiirden sonra şu sözü unutulacak gibi değil. “Baba, ben hayal kurduğum zaman düşman müşman görmüyorum.”
Okulundan çocuğun hayal gücüne dokunmamalarını, şiir ezberletmemelerini istemiştim. Bu isteğime verilen şu karşılık, kalıpçı, baskıcı eğitim algısının özetidir: “Çocuğunuz, kitaplardaki şiirlerden farklı şeyler söylüyor ve diğer çocuklar da ondan etkileniyor. Böyle olursa müfredatı uygulayamayız.” Ben de öyle istemiyor muyum? Yedi yaşında bir çocuğun düş gücünden çekinen bir yönetimin, eğitimin sürekliliğini sağlamak için uyguladığı yöntem, faşizm değilse ne olabilir ki?
Ama biz hayal gücüne inanıyorduk. Okuttuğumuz şiirlerle, öykülerle, yaptığı resimlerle, izlediği filmlerle, gördüğü oyunlarla okulun yalanlarından koruduk onu. Ama yalan sürüyordu. Baştan sona kahramanlık destanlarıyla örülmüş bir dil ve tarih tornasında geçen çocukların beyinlerini düşünün! Bu işgali görmek için okulların küflü koridorlarında asılı Alpaslan’dan, Yavuz Selim’e, Abdülhamit’e “padişah portreleri”ne bakmanız yeterli.
Şimdi neyi tartışıyoruz? İlköğretim çağındaki çocuklara Eğitim Bakanı Bay Nabi Avcı, İslamcı şair Cahit Zarifoğlu’nun Afgan mücahitlerine adanmış “Ağaç Okul (Çocuklara Afganistan Şiirleri)” adlı kitabını dağıtmış. Nâzım Hikmet’i, Bertolt Brecht’i mi dağıtacaktı? Niye şaşırıyoruz ki? İşte size bu kitaptan bir iki dize. “Çocuklar savaş oyunu oynuyor. / Hiçbiri üstlenmiyor düşman rolüne çıkmayı / Çocuklar saklambaç, körebe yerine savaş oyunu oynuyor. / Kovalıyor, yakalıyor ve öldürüyorlar. / Çocuklar birdirbir yerine savaş oyunu oynuyor.” “Uzak ülkelerden Müslüman çocuklar rica ederim savaşmaya gelin (…) Harçlıklarınızı hiç olmazsa mermi almak için yollayın bize.” Yetti mi bu kadar savaş? Şu dizelere bakın: “Adı Gulbeddin Hikmetyar, liderimiz bizim / Allah adıyla konuşur, Allah için savaşır en önde. / Ona zor değil kafasını kırmak zalimlerin, daha çocukken başladı bu işe./ Az yer, az uyur, örgütleyicidir. (…) / Seviyoruz tüm ülke gibi biz küçük mücahitler de onu.” Diyor ki siz de çocukken başlayın cihada. Az yiyin, az uyuyun, çok savaşın.
Camiler kışlamız, minareler süngümüz. Böyle dememiş miydi Erdoğan Afganistan’da Taliban’ı güçlendiren, ona iktidarın yolunu açan Hikmetyar’ın önünde diz çöktüğünden on beş yıl sonra? O fotoğrafı anımsarsınız. Yıl 1986. Hikmetyar, Refah Partisinin davetiyle Türkiye’de. Tayyip Erdoğan henüz Erbakan’ın yamağı. Fotoğrafta Hikmetyar bir koltukta oturuyor, Erdoğan da şeyhinin eteğine diz çökmüş, el pençe divan, toy Refah bıyığıyla objektife bakıyor. Yıl 2013, Erdoğan başbakan. 1977 Hizbi İslam’ın kurucusu, eski Başbakan Hikmetyar ise onca kandan, katliamdan sonra sırra kadem. Aranıyor.
Üç beş gün önce çocuklarımız, yeni Erdoğan fotoğraflı kitaplarla okula başladı. Ne diyelim, gazaları mübarek olsun! Kızım mı? Büyüdü, gazadan Gezi’ye geçti. Diplomasını hayal gücü ve hayat bilgisi verecek.
Evrensel'i Takip Et