Bilim, din ve barış: Nereden nereye?
Bilim tarihinin ‘Nereden geldik, nereye gidiyoruz’ sorusuyla başladığı kabul edilir. Bu sorunun üzerinden yüzlerce yıl geçti. İnsanlaşma süreci devam ediyor. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler epey hızla giriyor yaşamımıza. Dinle ilgili tartışmalar geri bıraktırılmış ülkeler başta olmak üzere sürüyor. Bu coğrafyalarda barış çok uzakta hâlâ…
Bilindiği üzere bilimde her şey tartışmaya açık iken din alanında tartışma ya da şüpheye yer yoktur. Dolayısıyla toplumsal ilerlemenin olması ya da toplumun geri kalmışlık zincirini kırabilmesi için bilim düzlemi ile din düzleminin ayrılması, denge halinin kurulması ve korunması gereklidir. Aksi durumda hem beynimizde hem de toplumsal yaşamımızda bir kargaşa söz konusu olur.
İnsanlık tarihi milliyetçilik ile dinsel inançların yaşamda önemli bir yer tuttuğunun örnekleriyle doludur. Fakat bu tarih bilim ile dinin sınıfsal çıkarlar uğruna savaştırıldığının örneklerine de sahiptir. Avrupa’da reform sürecine kadar yaşanan mücadele ve savaşlarda talan, yağma, tecavüz, katliam ve göçler söz konusu olmuştur. Reform sonucunda kilise ve devletin sınırları belirlenmiş görece laik bir toplumsal denge sağlanmıştır. Bu dengeden sonradır ki her alanda atılım üstüne atılım yapılmıştır. Daha sonra savaşların en büyüğü olan 2. Paylaşım Savaşında Avrupa neredeyse tümden yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir.
Kısacası toplumsal dengenin sağlandığı süreçlerde insanlık barış içinde her alanda üretimin yükseldiği durumlara tanık olmuştur. Bu noktada şunu söyleyebiliriz; 13. yüzyıla kadar cebir, geometri, denizcilik, coğrafya, astronomi ve ekonomi başta olmak üzere çeşitli alanlarda dikkate değer işler yapan Müslüman araştırmacıların bu aşamadan sonra araştırma ve üretimde sürekli olarak yavaşlaması ve daha sonra duraklaması açıklanmaya muhtaçtır.
Bugün Müslüman coğrafyalarında ‘bahar’ ya da ‘dalgalanma’ ile adlandırılan toplumsal bir dinamizm yaşanmaktadır. Ancak bu dinamizm çeşitli iç ve dış sebeplerden ötürü toplumsal bir denge haline evrilememektedir. Dinsel inançların sınıfsal çıkarlar uğruna sömürüldüğü ve her alanda kullanıldığı bu coğrafyada insanlar barışa ve demokrasiye hasret bir yaşam sürdürmektedir. Bir yanda milyarlarca petrodolarla ‘oynayan’ krallıklar, sultanlıklar ve askeri/sivili diktatörler, öte yanda açlıktan kıvranan milyonlarca insanın söz konusu olduğu bir trajedidir yaşanan. Bu trajedide bilimin adı bile yoktur. Demokrasi ve barış hâlâ çok uzaktadır.
Bu trajediye eklenen komedi, kendi ülkelerinde denge halini yakalayan ülkelerin anılan coğrafyalarda milyarlarca doları bulan silah satışlarıdır. Kendi ülkelerinde görece demokratik rejimler kuran bu zihniyet; krallıkları, sultanlıkları ve diktatörleri beslemektedir. Bu zihniyet bunlar yetmezmiş gibi yoksul, aç, harap ve bitap düşmüş milyonların üzerine kendi silahlarıyla donattıkları kiralık katilleri ve paralı askerleri sürmektedir. Bu yaman çelişki de anlaşılmaya ve çözülmeye muhtaçtır.
Anılan coğrafyada yer alan Türkiye ne yazık ki yukarıda söz edilen trajediyi ve komediyi kendi çapında yıllardır yaşamaktadır. Bu süre içinde bilim ve din düzlemleri ayrılamamış ve sonuçta toplumsal denge hali tesis edilememiştir. Dinsel inançlar egemenlerce baskı kurma, ötekileştirme, kendi iktidarlarının ömrünü uzatma ve bilimsel üretimleri engelleme aracı olarak kullanılmıştır.
Toplumsal dengeyi sağlamanın yolu açıktır; Bilim ve din birbirinin karşısına konulmadan ayrı fakat birlikte toplumsal sorunların çözümünde tarihsel rolünü oynamalıdır. Barışa giden yol da bu denge halinden geçmek durumundadır. Türkiye’nin ve Türkiyelilerin başka şansı var mı sizce?
Evrensel'i Takip Et