AKP kendi nefes borusunu tıkıyor
“Barış süreci” olarak tanımlanan sürecin dokuz ay sonra neden bir “tıkanma”yla karşı karşıya kaldığını anlamak için öncelikle, “barış sürecine” nasıl gelindiğine bakmak gerekir.
Süreç, AKP Hükümetinin bir gün gerçeğe erip, “Artık bu her gün üç beş; on cenaze gelmesine son verelim; Kütlerle Türklerin kardeşçe yaşadığı bir Türkiye için şartları konuşalım” demesiyle başlamadı. Tersine bu süreç; AKP Hükümeti, 12 Haziran Milletvekili Seçimi’nden sonra, AKP Hükümetinin; Kürt siyasi güçlerine karşı başlattığı ve TSK’nin bütün savaş gücünün yanı sıra emniyet ve özel yetkili mahkemeleri de harekete geçirerek özel savaşın bütün pis yöntemlerini kullanarak, yüzlerce gerillanın öldürülmesi, binlerce Kürt siyasetçisinin, sendikacının, avukatın, gazetecinin,… cezaevine doldurulmasına karşın savaşı kazanmayacağını anladığı için Öcalan’ın “kalıcı bir barış” amacıyla yaptığı öneriler üstünden gelişti.
AKP Hükümeti böyle bir sürecin başlamasına razı olmuş görünürken, Kürt sorununu Türkiye halklarının kardeşleşmesi temelinde demokratikleşmesi sorunu olarak değil ama “terör sorunu” olarak görmekten de vazgeçmedi. Dolayısıyla da bir yandan barış sürecinden söz edilir ve “siyasi bir çözüm” için konuşuluyor görünürken Hükümet, bütün dikkatini “terörle mücadele” diye ifade ettiği, Kürt siyasi güçlerini etkisizleştirilmesi ve Kürt halk yığınlarının AKP’ye yedeklenmesini yoğunlaştırdı.
Ve “barış süreci” asıl Hükümetin yapması gerekenler aşamasına gelince de AKP Hükümeti, kendi üstüne düşenleri yapmak yerine, birden “Çıkmadık canda umut kesilmez”e geriledi.
Süreci izleyenlerin açıkça gördüğü gibi AKP Hükümeti buraya gelmek için çok emek vermedi; sadece “Hiçbir şey yapmayarak” geldi. Çünkü AKP Hükümetinin iç ve dış politikası, Türkiye’de ve bölgede hakların kardeş olması, bölgeye emperyalist müdahalelerin önlenmesi kaygısı taşımayan bir politikadır. Tersine AKP Hükümeti, bölgenin yeni Osmanlıcı bir ideolojik-politik program etrafında yedeklenmesi, Türkiye’nin demokratik değil muhafazakar, dini referansların halkın günlük hayatını yönlendirdiği bir Türkiye için mücadele ediyordu. Bunun içerideki yansıması; eğitimin dinileştirilmesi, mezhepçilik ve milliyetçiliğin denetimli bir biçimde yükseltilmesi, “dindar bir gençlik”, “muhafazakar bir toplum” amaçlı politikaların hayata geçirilmesi biçiminde olmaktadır. (*)
Bu tutum dış politikada “Sünni İslam kardeşliği” etrafında yeni Osmanlıcı bir ideolojik perspektifle hareket eden, “İran’dan bile daha ideolojik bir dış politika çizgisi” (Cengiz Çandar Batılı diplomatların Türkiye’yi böyle gördüklerini söylüyor) olarak biçimlenmektedir. Ki bu tutum Suriye’de Irak’ta el Kaide’yi desteklemeye kadar varmıştır.
Dolayısıyla Kürt sorununu Türkiye’nin demokratikleşmesi (laik ve demokratik bir Türkiye) çerçevesinde çözmek için başlatılan “barış süreci”ne AKP Hükümetinin razı olması onun bu genel yönelişi ve amaçlarıyla çelişiyordu. Bu yüzden de onun için bu yöneliş bir “mecburiyet”, bir “marangoz hatası”, bu yüzden de sadece bir “manevra”ydı! Bu süreç bir de “Zerdüşt”, “ateist”, “İslam dışı” Kürt siyasi güçlerini tasfiye etmek için işe yararsa elbette çok iyi olurdu!
Ama sürecin böyle gelişmeyeceğini gördüğü için de şimdi AKP Hükümeti, “Bu böyle gitmez!” demeye başladı.
Ancak, “barış süreci” AKP’nin bindiği dalı kesmesidir! Çünkü bütün iç ve dış politikası içinde barış süreci AKP Hükümetinin Kürt ve Türk kökenli halk kesimleri ile dış dünyadan destek aldığı tek konudur. Dolayısıyla dış politikası Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da, Avrupa’da çıkmaza sürüklenen içeride bütün başlıca politikaları açmaza sürüklenen AKP Hükümetinin politikaları AKP’nin içinde bile ciddi bir destek kaybına yol açmıştır. Başka bir söyleyişle “Barış sürecinin yürüyor olması” AKP Hükümetinin tek nefes borusudur ve AKP Hükümeti şimdi bu tek nefes borusunu tıkamaya yönelmiş görünmektedir.
Bunun elbette AKP içinde de sonuçları olacak, AKP içindeki çatışmanın bir yarılmayla dönüştürecek kırılmaları da bu tıkanmayı tetikleyebilecektir.
“Süreç AKP “Bitti!” dediği için biter mi?” ve bundan sonrasına ise yarın değineceğiz.
(*) İmam Hatipliliğe aşırı övgü, Arif Nihat Asya ve Necip Fazıl’ın gençliğe yeni kılavuzlar olarak gösterilmesi, “Şühedanın izinden yürüme”, gençliğin “korkmadan”, “pısmadan” engel tanımadan, “Büyük Doğu’nun inşası için” mücadeleye çağrılması hedefleri giderek daha çok öne çıkarılmaktadır.
Evrensel'i Takip Et