28 Eylül 2013

Tuncel Kurtiz ve sanatın çırağı olmak

Tuncel Kurtiz | Fotoğraf: Aycan Demirel/AA

Eski arkadaşlarımızla söze dökülmemiş, yazılmamış bir kuralımız var. Birbirimizin ne yaptığını bilmek, izlemek. Ama yüz göz olacak kadar bir arada olmamak. Çünkü artık hiç birimizin çok vakti yok, üstelik yapmak istediklerimizin listesi kalabalık. Ömrümüzün en güzel günlerini, günlerin uzun, haftaların bereketli olduğu gençliğimizi birlikte yaşadık nasılsa. Sonrası anmalarda, cenazelerde...

Tuncel Kurtiz de bu arkadaşlarımızdan biriydi. Özyalçıner’in edebiyattan arkadaşı, benim tiyatrodan. O Neil’in Büyük Allah Brown’u ilk sahneye çıktığı oyun değildi. Ama hep bir yenilgi olarak hatırlar.  İlk oyunu Aria Da Capo’yu da ben unutamam. Üç kişilik yalın bir oyun. Konu mülkiyet. İlk sahneye çıkışıydı Gençlik Tiyatrosunda. Tunca Yönder’le  karşılıklı oynadı.  Okay Sağtürk’ün de rolü vardı.

Sanatta çıraklığa hep çırak kalmaya inanırdı. “Kunduracının ustası olur”.  (Turgut Uyar’ın ‘efendimiz acemilik’ kuralını hatırlayalım bir an ) Öykü yazmayı bıraktığı için küskün, tiyatrodan ayrı kalmaktan şikâyetçiydi ama iki olay elini kolunu bağlıyordu. Biri geçirdiği kalp krizi ve bypasslı olduğu için yaşamını kontrol altında tutma gereği, öteki oynayacağı salon: “Bana burada bir rol verdikleri zaman  ‘bilmem ne alışveriş merkezinin alt katına in, bodrumda oyna diyecekler. Nerde benim Elhamra Tiyatro’m? Nerde Benim Saray Tiyatro’m? Nerede Emek Tiyatrosu? Çok zor durumdayız. Bütün dünyada tiyatro devlet yardımıyla yaşar. Ve devlet sana ‘bunu oyna, bunu oynama’ demez. Özgürsündür, o yardımı alırsın. Çünkü tiyatro öyle büyük paralar kazanmak için yapılmaz.”

Berlin’den gelen öneriyi yaşamının kontrolü için geri çevirmişti. Berkun Oya’nın teklifini de... En az bir on yıl daha yaşamak istiyordu. Yapacakları listesinde bir Şeyh Bedreddin Destanı vardı mesela. Tolstoy’un Kreutzer Sonatı...

Yaptığı işlerden pişmanlık duymadığını biliyorum. Galileo’da, Üç Kız Kardeş’te, Vişne Bahçesi’nde, Vanya Dayı’da oynamayı istediğini de. En önemlisi yetmiş yedisinde de komünist ve muhalif kalmasıydı. Otobüs filminde emeğini, Bereketli Topraklar Üzerinde’de hem emeği hem parası karşılıksız harcanmıştı ama ona bile pişman değildi.

Bir kitap çıkarmıştı, yaşam öyküsünü anlattığı: Bölük Pörçük. İki bin basılmış bir türlü tükenmemişti. Gazeteciler, “Ramiz Dayı”nın ününe güvenip Ezel’den sonra da satmadı mı diye sormuşlardı. Ama onunla fotoğraf çektirenler bile adının Tuncel Kurtiz olduğunu biliyorlar mıydı ki? Yanıtı bir kahkaha gibiydi: Kitabın üstünde Ramiz Dayı yazmıyor ki.

O, tiyatroyu seviyor, edebiyata ve sinemaya inanıyordu. Gençlere de.

Biri ölümü sormuştu; nasıl hatırlanmak isterdi ölünce.

“Hiç umurumda değil, ne derlerse desinler... Bakın en çabuk Türkiye’de gömerler ölüyü. Ben ölüme inanmıyorum. Belki bahar ülkesine açılan kapıdır ölüm. Hepimiz bu kapıdan geçeceğiz. Nedir ki bu dünya? Daha bunu yanıtlayamıyoruz ki, ölümün yok oluş olduğunu nereden bileceğiz? “

Şamanların yaptığı gibi mezarına sevdiği filmlerin, bitiremediği kitapların konulabileceğinden söz ediyordu. “O yolculukta onları bitireyim”.

Tuncel Kurtiz sanatın çırağı, yetmiş beş yaşını geçtikten sonra da muhalefetten ve komünizmden caymayan güzel aydın gitti. Çabası, inadı, tutkusu örnek olsun.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Peşkeşe ‘dur’ de!

Peşkeşe ‘dur’ de!

Çayırhan Termik Santralinin özelleştirilmesi için alınan ve genelde mal değerinin yüzde 10 düzeyinde belirlenen geçici teminat bedeli 250 milyon TL oldu. Bu bedel madenin sadece 3.5 günlük kazancına denk geliyor. Satışa karşı direnişi sürdüren madenciler, ‘Yağmayı durduralım’ çağrısı yaptı.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
5 Mart 2025 - Sefer Selvi

Evrensel'i Takip Et