Benim kuzum nerede?
Peri Gazozu, Ercan Kesal’ın İletişim’den çıkan yeni kitabı. Ercan Kesal 1959 doğumlu. Bu ülkenin nerelerden geçerek günümüzdeki durumuna geldiğini gözlemleyebilmiş. Bu nedenle, Peri Gazozu öyle gazoz gibi bir kitap değil…
Kitabın ilk bölümü olan “Kurban” başlıklı bölümde (s. 17) aktarılan öykülerden biri ile başlayayım:
Kızılırmağın dibinde dışarıdan hiç fark edilemeyen derin boşluklar vardır. Avanoslular ‘cumbak’ der … Çıkmaya yakın, Hikmet ‘cumbak’lardan birine düşmüş olmalı ki, batıp çıkmaya başladı. (…) Çekmeye çalışsak da çekemedik. Gözümüzün içine bakarak kayboldu gitti Hikmet.
Annesinin, saçları dağılmış, deli gibi, ırmak boyunca koşturmasını hiç unutmadım. Beş gün boyunca bulamadılar Hikmet’i. Annesi beş gün beş gece ırmağın etrafından ayrılmadı, ağıtlar yakarak dolandı durdu…
O günlerin birinde sabah erken saatlerde babamla çarşıya gidiyordum. Bizi görünce yanımıza geldi. Yüzü kararmıştı acıdan.
“Mevlüt, Mevlüt… Irmak vermiyor yavrumu… Bak, senin guzun yanında… İyi de, benim guzum nerede?
***
Bir sonraki sayfada (s. 18) bir başka ananın yakarışı var:
Yolda anlatıyor savcı. Yirmi bir yaşında ve ailenin tek çocuğuymuş. Bir ay kadar önce hiç sebepsiz bir kavgaya karışmış, karnından bıçaklamışlar. (…) Duayla gömdük. Hoca, teknisyen, zabıt kâtibi ve iki kazıcıyla. Savcı uzakta (…). Sislerin içinden, kısık, hüzünlü bir ses geliyor. Bir kadın sesi: “Doktor beyim burada… Savcı beyim burada. Benim kuzum nerede?..”
***
Ercan Kesal okuyucuyu daha en baştan sarsıyor. Okuyucuyu, kendi çocuklarını -kuzularını- yiyen bu ülkede, yaşananlara sessiz kalanları ve belki sıra kendilerine gelene dek sessiz kalacakları düşünmeye davet ediyor:
Eskiden ölülerini gömmeyip, bir kulenin tepesine, açığa bırakan kavimler yaşardı bu topraklarda. Topluluğun rahipleri kuleye gizlenip, yırtıcı kuşların ölüleri nereden yemeye başladığını izlerdi.
Akbabaların ölüleri yediği kulenin adı: “Sessizlik Kulesi.”
Türkiye’yi koca bir “Sessizlik Kulesi” yaptık en sonunda. Ölülerimizi zalimler yesin diye inşa ettiğimiz bir kule artık ülkemiz.
Saklanıp bir şeylerin arkasına, dilsiz rahipler gibi bakıyoruz ölülerimize.
***
Peri Gazozu, kuzularını kokusundan bilen anaların ellerinden alınan kuzuların öyküleri ile dolu. “Kurban” başlıklı bölümde, Madımak’ta analarından alınan Asuman ve Yasemin de anılıyor. “Sessizlik Kulesi” konuşulmayan acılar üzerine inşa edildiği, bu iki kuzunun ve daha nice kuzunun öyküsü konuşulmadığı için…
Peri Gazozu işte böyle, kuzuların ve kuzuları ellerinden alınan anaların öyküleri ile dolu. Okuyucuya, yazarın yüzleştiği acı öyküler ile yüzleşmeyi anlatan bir kitap.
Ercan Kesal’ın Sessizlik Kulesi, benim kafamda vicdansızlık ülkesine denk düşüyor. Erdal Eren’in yaşı büyütülerek asılmasından, Uğur Kaymaz’ın evinin önünde babası ile birlikte kurşunlanmasından, Ceylan Önkol’un havan mermisi ile parçalanmasından, Efe Boz’un sınıfında lavabonun altında kalarak ölmesinden utanmayanlarla dolu bir ülkeye…
Bu ülkede düzen tıkır tıkır işliyor. Kuzusunu arayan anaları, anasını arayan kuzuları, kuzuları analarından alanları, Rakel Dink’in “bebekten katil yapılanlar” diye tarif ettiği o acımasızları üretiyor.
Roboski’nin ikinci yıl dönümü yaklaşırken, Roboski Katliamı’nın hesabını vermeyenler Mısır’daki katliamları kınıyorlar. Türkiye hâlâ, “Her kürtaj bir Uludere’dir!” diyenlerce yönetiliyor. Onlar, dövülerek öldürülen, kafasından vurulan, biber gazı saldırısı nedeniyle ölen gençlerden, N.Ç. ve onun gibi nice kızın başına gelenlerden utanmayanlar…
Türkiye’de düzen böyle işliyor. İşte bu nedenle, bu utanç verici düzen, bu vicdansızlık düzeni değişmelidir.
Evrensel'i Takip Et