\'Elekten geçen deve\'
Ne güzel sözdür: “Neler geldi neler geçti felekten/ Un elerken deve geçti elekten”. Bu sözün bir benzerini Vedat Günyol söylerdi (Bir kitabına da ad yaptı sonra ) Yaşa yaşa gör temaşa. Yaşadıkça görülen eğlenceli olaylar, elekten devenin geçtiği günler aslında acılı günlerin sonradan gülünerek hatırlanmasıdır. Sevgili arkadaşım Komet (Gürkan Coşkun) Deli İrfan’la Fındıklı’daki Güzel Sanatlar Akademisinden Bebek’e kadar yürümek zorunda kalışlarını anlatırdı gülerek. İrfan Alkaya’nın yaptığı Atatürk büstünün Bebek Parkı’na törenle konuluşunu izleyecekler. İkisinin de cebinde metelik yok. (Öğrenci bileti tramvayda beş kuruş desem anlayın) Neyse parka ulaşmışlar ama polis ikisinin de kılığını beğenmeyip valinin bulunduğu parka almamış onları. Biçare İrfan yalvarmış, “Bu büstün heykeltıraşı benim” diye ve bir güzel kovulmuşlar. Komet anlatırken öyle gülerdi ki gözünden yaş gelirdi. O gün de gülmüşlerdi belki... Bir de aç kalışını böyle anlattığını bilirim. Çelişkilere güleriz en çok. Zorluklar eskiyince güleriz bazen. Hatırladıkça yüreğimizin acıdığı günlerin bazılarına güleriz. Acılarımızı anlatırken kendimizi bir başkasının gözüyle (şapşal, şaşkın, ibiş) görür yine güleriz. Üstelik o zorlukları atlattık mı bir de özleriz o günleri. Öğrencilik günleri, sınavlar, adları sıfırcıya çıkmış öğretmenler unutulur, özlenir. Gençliğin sevdaları, ana-baba, mahalleli baskısı unutulur, özlenir. Bir zamanların İstanbul’u yaya dolaşılan bir şehir olduğu unutulup özlenir. Özlediğimiz gençliğimizdir, çocukluğumuzdur, tasasızlığımızdır. Bir yüzyıl kadar önce, bir İngiliz kadın gezgin, bizim ülkemizde gülme, şakalaşma sevilse de bunun olabildiğince saklı tutulduğunu söyler. İnsanlar kendilerinden yaşlıların yanında gülüp söylemekten sakınırlar. Hatta fıkra ve şaka kitaplarını (bu kitaplar yazmadır) saklarlar. Gezgin hanım bizim fıkra ezberimizin kitapları gösterme zorluğunu engellemek için olduğuna inanır. İnsanlarımız, yaşıtlarının yanında daha özgürdürler. Ülkemize matbaa girmeden önce de mizah yazarlarımız olmuşsa da mizaha pek iyi gözle bakılmamış. Bu gelenek kolay kolay eskimedi. Ben yeni evliliğimde, kendimden yaşlı yeni akraba ve tanıdıklar arasında ağlamamak için “Neşeli ol neşeli varsın desinler deli” prensibini uygulamaya kalktığımda, Hoca Hanım Teyzelerden biri “şaka cehennemi” olduğunu müjdelemişti. Ben de güler yüzlü olmasının bir İslam büyüğünü nasıl halifelikten ettiğini hatırlamıştım. Gülmekten çekiniriz (Delikanlılarımız “karı gibi gülme” falan diye uyarılır) ama hep komik bir yanımız vardır. En komik yanımız da atasözlerimizdir: Gelen gideni aratır, deriz. (Bu sözün bir de “yunus”lu varyasyonu var ama kalsın) . Kırk defa söylenen olurmuş, gerçekten aratır. Bir zamanlar baskısından yakındığımız “dediğim dedik, çaldığım düdük” insanları (diktatör desem mi) ve dönemlerini bir süre sonra yeni yaşadıklarımız yüzünden özleriz. O hortzortçu adamı rahmetle, dönemini hasretle anmaya başlarız. İşte o zaman unun içindeki develer de gözümüze uğurböceği gibi görünür. İnanmayan 12 Eylül uygulamaları, mahkemeleri, hukuku ile bugünü karşılaştırmalarımıza baksın. Bu yazının gerekçesine gelince, pazar günleri eğlenceli şeyler yazmak ustalarımızın öğüdüdür.
Evrensel'i Takip Et