07 Ekim 2013 14:22

Bir yerli olmak / Biz Kuzguncuklular -5

Bir yerli olmak / Biz Kuzguncuklular -5

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Son haftalardaki yazılarım (bugünkü beşinci) iki başlık altında yürüdü:

Bir Yerli Olmak / Biz Kuzguncuklular.

Kuzguncuk’u neden seçtiğimi anlatırken “Biz Kuzguncuklular” başlığını kullandım. Davranışımın duygusal yandan çok, ortamını seçmekle, eskiye özlemle değil, gerçeği görebilmekle ilgili olduğunu anlattım. Ama asıl söylemek, anlatmak istediğim “Bir Yerli Olmak” başlığı altında söyleyeceklerimdi. Bu beşinci yazıyla onu sürdüreceğim şimdi. Bir yerli olmak oraya eklenmekle daha doğrusu oraya bir şeyler katmakla oraya “sahip” çıkmakla olanaklı, yoksa orada otelde gibi yaşamakla değil... Gelin birlikte adım adım izleyelim şimdi benim Kuzguncuk öykümü: Bir gün evimin köşesine bir hanımeli diktim. Görenler, “Çocuklar yaşatmazlar” dediler. “Olsun, gene dikerim.” Hiç de öyle olmadı. Çocuklar dokunmadılar Hanımeli’ne… Büyüdü, evimin boyunu buldu. Önce komşum “ Bir dalı bana doğru uzatabilir misin?” diye sordu… Sonra bir hanımeli, bir hanımeli daha… Şimdi mis gibi kokuyor sokağımız… Böbürleniyordum artık… Gördünüz mü? Hani koparırlardı, yaşatmazlardı… Güveniyordum artık… Kim bilir daha neler yapılabilirdi? Kuzguncuklular bir gün ağaçlara, vitrinlere asılmış bir duyuru gördüler:             

“Bu akşam Bereketli Sokak’ta, merdivenlerde Karagöz! Tacettin Diker tarafından!”   (17 ayrı yerden üç gün uğraşıp izin alabilmiştik.) O akşamı yaşamanızı isterdim. Tacettin Diker daha perdesini kurarken, çocuklar merdivenlere dizilmişlerdi bile… Oysa yemekten sonra oynatılacaktı Karagöz… Kandırıp akşam yemeğine götüremediler çocuklarını ana-babalar… Önce Karagöz, sonra kukla oynattı Tacettin Diker… Oyunun bir yerinde çocuklara hep bir ağızdan “Ali Babanın Bir Çiftliği Var”ı söyletti. 500–600 çocuk inlettiler ortalığı… Bir de düzenli… Analar babalar da söyleyeceklerdi utanmasalar… Yaşlı başlı Yüksel yanaştı yanıma                       

  “Cengiz ağabey ben istersen zenne rolüne çıkarım, bir daha ki gösteride…” dedi… Büyükler çocuklardan daha heyecanlıydılar… İşte o akşam gösterinin sonuna doğru Kurtuluş geldi yanıma… (Unuttum, 12–13 yaşlarında mıydı o günlerde?)    

—“Bunlar güzel de” dedi “bizim basketbol alanımız yok, kim yapacak bize basketbol alanını?”
— Kim oynayacak?
— Biz!
— Öyleyse siz yapacaksınız!
— Biz yapmasını bilmiyoruz ki…
— Ben biliyorum, size öğretirim… Yarın gelin… Kurtuluş, ertesi gün 3–4 arkadaşıyla geldi. Birlikte çıktık. Hemen yandaki sokakta bir alan vardı. Pazarcılar oraya tahta masalarını yığıyorlardı… Yer de belediyenindi… Pazarcılar bir başka yere yığabileceklerini söylüyorlardı masalarını. Ama kim taşıyacaktı… Hep birlikte giriştik. 7–8 yaşlarında çocuklar bile masa taşıdılar. Boyları ancak yetişiyordu… Masalar, kendileri yürüyor gibiydi… Analar babalar şaşkın bakıyorlardı pencerelerden… Masalar taşındı bitti… Alan tam bir çöplüktü… Kürek buldum oradan buradan, birkaç saatta temizleniverdi ortalık. Ertesi gün Belediye’ye gittim, dedim ki yetkiliye:                 

“ Bir kişi yapmasın bu işi, kamu yapsın… Çocukların eğitimleri için önemli bu!” Söz verdi yetkili, elinden geleni yapacaktı. Ama haftalar geçti… Kurtuluş beni gördükçe sorgular gibi bakıyordu. Dayanamadım… Ben giriştim... Bir iki işçi… Beton döktük, potalar dikildi… Çocuklar oynamağa başladılar. Bayram sabahı kapı çalındı. Açtım: Kurtuluş ve arkadaşları… Bir demet çiçek getirmişlerdi… Gözlerim doldu zor tuttum kendimi… Karagöz oyunu gelenek oldu… Yıllarca sürdü… Önüne tiyatro da ekledik bir ara… (Sürecek)

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa