20 Ekim 2013 13:59

Halkımız da savaşları unutacak

Halkımız da savaşları unutacak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Savaş için gittiği Troya’dan yıllardır dönemeyen kral Odisseus’un sarayı; onun dul kaldığını sandıkları karısı kraliçe güzel Penelopeya’yla evlenmek isteyen arsız damat adaylarıyla kaynaşıyordu... Hepsi de orada yatıp kalkıyor, günlerini gün ediyorlardı...

Yirmi yıl sonra Troya’dan dönebilen Odisseus da, kendi sarayına bir dilenci kılığında sığındı. Ve onun kral Odisseus olduğunu da yalnızca oğlu yeniyetme Telemahos biliyordu.

Arsızca yiyip içen şımarık talipler, bir ara dilenci kılığındaki kral Odisseus’un üstüne kemik fırlatıp masasını devirdiler!.. Bunun üzerine hemen araya giren oğlunu zorlukla yatıştırdı Odisseus. Ona yaşadığı bir serüvenini anlattı. Anlattığı öykünün sonunda: “Hiç üzülme güzel oğlum” dedi usul usul. “Biz de kendi ülkemizi, anlattığım öyküdeki gibi ‘savaş nedir bilmeyen’ o güzel  halkların ülkesine dönüştüreceğiz birlikte!“

HEP AKLINI KULLANIYORDU ODİSSEUS...

Kraliçe Penelopeya da, çok sevdiği kocası kral Odisseus’un bir gün Troya’dan döneceği umuduyla yatıp kalktığından, saraylarına çöreklenen damat adaylarını çeşitli bahanelerle hep oyalayagelmişti!

Ve damat adayı soylu egemenler, her günkü gibi gene  avluda arsızca eğlenirlerken, kraliçe Penelopeya da, konağın merdiven sahanlığına oturmuş, onları izliyordu... Bu egemenler, yıllardır hem sarayın hem de halkın ürettiklerinin kendilerine verilmesi gerektiğini, çünkü bunun bir tanrı buyruğu olduğunu öne sürüyorlardı. Güzel Penelopeya o güne dek zorlukla susturmuştu öfkesini...

O HEYBE VE YAY, BARIŞIN YOLUNU AÇACAKTI!

Hep aklını kullandığı için insanlar arasında en çok Odisseus’u seven tanrıça Atena da; kraliçe Penelopeya’nın yanında, öylece kendini göstermeden olup bitenleri izliyordu. Tanrıça Atena, kocası kral Odisseus’un çok seyrek kullandığı ve hazine odasına sakladığı o yay ve okla, damat adayları arasında bir yarışma düzenleme düşüncesini esinledi Penelopeya’ya... Kral Odisseus’a ta yeniyetmeliğinde gittiği komşu krallıktan armağan etmişlerdi o yayla okları... Yıllar sonra Penelopeya da, barışın simgesi olarak el örgüleriyle işleyip nakışladığı bir heybe armağan etmişti kocası Odisseus’a. Odisseus o armağan okla yayı, bu heybeye koymuş, artık onları bir savaş aracı olarak değerlendirmez olmuştu.  Yirmi yıl önce Troya’ya ölüm-kalım savaşı için giderken, bu heybeyi yanına almamış, hazine odasına özel olarak saklamıştı. Belki de onu bir gün ilk ve son olarak kullanacak; böylece ülkesine savaşın değil, barışın yollarını açacağını düşünmüştü hep bilinçaltında!.. Odisseus’un bu duyguları o anda aniden kraliçe Penelopeya’ya da geçti! Oturduğu iskemleden sevinçle fırlayıp kalktı hemen. Ağır ağır merdivenleri indi ve hazine odasının kilitli kapısını açıp itti...

KAPI, MELEYEN BİR KUZU GİBİ AÇILDI...

Yıllardır kilitli duran kapı, uyuyup kalmış  bir küçük kuzu örneği aniden uyandı ve meleyerekten ardına dek açıldı!.. Bir süre sağı solu yokladıktan sonra Penelopeya, duvara asılı yayı ve içi ok dolu heybeyi gördü. Onları özenle duvardan aldı.  Ne var ki içinden püskürüp gelen bir duygunun etkisiyle hemen olduğu yere çönüp başını torbaya dayadı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Çünkü artık çok önemli bir süreç başlamıştı. Elinde tuttuğu yayla yapılacak yarış sonunda, yarışı kazanan o arsız ve hiç tanımadığı biriyle evlenmek zorunda kalacaktı... Savaş vurgunu yemiş kocasının anıları ve özlemleriyle dolu bu evinden ve en kötüsü halkından da ayrılacaktı. Kendisi gibi halkı da, nereye varacağı bilinemeyen süreçlerden geçecekti...

Ama birden doğruldu Penelopeya... Çünkü onu izleyen tanrıça Atena aniden bir sevinç ve umut yelleri estirdi yüreğinde... Yardımcıları da yarış aygıtları ve oklarla dolu sandıkları kucakladılar ve Penelopeya’yı izlemeye başladılar.

GÖZÜM VE GÖNLÜM HEP HALKIMDA KALACAK

Penelopeya, arsızca eğlenen, şarabın da etkisiyle büsbütün çığırından çıkmış taliplerin yanına gitti ağır ağır.

Bir iskemlenin üstüne çıkıp; “Ey neşeli talipler!” diye söze başladı.

Sesini duyan ve onu karşılarında bir tanrıça heykeli gibi aniden dikilivermiş gören talipler, birden suspus oldular. Avlu kapısı yanında bir dilenci kılığında oturan Odisseus da tepeden tırnağa dikkat kesildi.

Penelopeya; “Şimdi beni iyi dinleyin,” diye sürdürdü konuşmasını. “Yıllardır her gün burada, ülkemizin varını yoğunu yiyip içiyorsunuz. Bu yaptıklarınıza tek bulabildiğiniz  bahane de benim durumum. Çünkü bu evin erkeği, katıldığı Troya savaşından bir türlü dönemedi. O yüzden de beni karınız olarak almak istiyorsunuz...” Burada duygulanıp biraz durakladı. “ Evet, şimdi muradınıza ereceksiniz. İşte kocamın bir zamanlar kullandığı yayı ve ok torbası! İçinizden kim bu yayı en iyi gerer ve fırlattığı oku şurada dizilecek on iki baltanın arasından geçirirse, o yarışı kazanmış olacak ve ben onunla evlenmek üzere buradan, kızoğlankız geldiğim bu evden ayrılacağım. En kötüsü bana güvenen halkımdan da ayrılacağım... Ama gözüm ve gönlüm halkımda ve yıllardır dönmeyen kocamda olacak...”

Bunları söyledikten sonra Penelopeya, gene önceden oturduğu merdiven sahanlığına döndü ağır ağır; yapacaklarını düşüne düşüne...

Tanrıça Atena da hep yanındaydı...

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa