Planlı bir sindirme operasyonu
Fotoğraf: Envato
ODTÜ Ormanı’ndan geçirilmek istenen yol üstünden öğrenci ve akademisyenlerin eylemleri ve hukuksal girişimleri sürüyor. Polis ve Ankara Büyükşehir Belediyesi ise her eylemi, her protestoyu bir çatışmaya dönüştürmek için elinden geleni yapmayı sürdürüyor.
İşte bu mücadele içinde Hükümetin ODTÜ ve gerçek muhalif güçlerle hesaplaşması, yandaş basın üstünden “ODTÜ kapatılsın!” demeye kadar geldi.
AKP kurmaylarının, “eylülde Gezi direnişinin yeniden örgütleneceği” iddiası üstünden oluşturduğu “eylül sendromu” olarak ortaya konulan yaklaşım bir yandan futbolda çArşı başta olmak üzere taraftarlara karşı sürdürülen sindirme amaçlı saldırılar üniversitelere karşı da ODTÜ üstünden yapılıyor.
Açıkça anlaşılıyor ki, Hükümet ve ona yol gösteren stratejistleri, öğrenci hareketi ve akademi dünyasındaki hareketin son iki yıldan beri en ileri mevzisi olan ODTÜ’yü sindirirse, bütün olarak üniversitedeki “muhafazakar kültür-sanat” ve “bilim” anlayışına karşı direnişe ve ülke sorunlarına sahip çıkan üniversite anlayışına bir darbe vurmayı hesaplamaktadır. Aynı zamanda bu darbeyle Hükümet, bir türlü hazmedemediği Gezi direnişiyle hesaplaşmada da daha ileri bir mevzi edineceğini ummaktadır.
Bu yüzden ODTÜ’deki tartışma sadece bir “çevre”, “yeşil, “birkaç ağaç” meselesi değildir.
Elbette öğrencisiyle, akademisyeni ve duyarlı çalışanlarıyla ODTÜ camiası için yıllardır gözleri gibi baktıkları “ağaç sorunu” da önemlidir. Ancak burada saldırının hiçbir hak-hukuk ilkesi gözetilmeden, ODTÜ yönetiminin itirazlarına karşı (Çalışma yapılması ve ağaçların sökülüp nakledilmesi için yasal bakımdan ODTÜ yönetiminin izni gerekirken) bir Vandal sürüsünün düşman toprağındaki uygarlık ürünlerini yağmalaması gibi, ODTÜ Ormanı’na bir gece yarısı saldırıp, emek verilmiş ne varsa dozerlerle yıkması sadece bir hukuksuzluk olarak da görülemez. Tersine burada bu hukuksuzluğun planlı bir biçimde, ODTÜ yönetimini itibarsızlaştırmak ve öğrencilere ve akademisyenlere de gözdağı vermek için bilinçli bir tercih olduğu açıkça ortadadır.
Burada Hükümet, “Bize karşı duranlar boşuna bir çaba içindedir ve biz her yolla amacımıza yürürüz!” demek istemiştir. Nitekim Başbakan Erdoğan da bu olaydan hemen sonra “Eğer söz konusu olan yol açmaksa önümüzde cami bile olsa yıkar geçeriz!” diyerek, bu pervasızlığı, hak-hukuk tanımazlığı,bu Vandalizm’i, Hükümetin ve adamlarının “erdemi” düzeyine yükseltmiştir. Ki bu tutum, bundan sonra da benzer hukuksuzlukları teşvik edeceği gibi, kendi yandaşlarına ve yöneticilerine de “Karşınıza çıkanları ezin geçin, ben arkanızdayım!” demektir.
Bu gerçekler dikkate alındığında ODTÜ’deki mücadele;
1- Sadece ODTÜ camiasının (ve yakın semtlerin) bir mücadelesi değil, tüm ülkenin demokratik üniversite (özgür bilim, laik eğitim, kültür-sanat üstündeki baskıların kaldırılması), demokratik Türkiye mücadelesinin bir alanıdır.
2- Bu mücadele; ağaçların kesilmesinin tamamlanmış olmasıyla bitmeyen, tüm ilerici güçleri, çevrecileri, tüm demokrasi güçlerinin birleşmesini de amaçlayan kapsamlı bir mücadelenin alanıdır. Bu yüzden de sorunu ODTÜ’den başlatıp ODTÜ’de bitirme anlayışı doğru değildir.
3- Hükümetin “eylül sendromu” olarak açıklanan tepkileri aşmak iddiasıyla aldığı önlemler yaptığı girişimler, kendisine muhalif güçleri, ezme planının gerekleridir. Bu alanda Hükümetin provokatif girişimlerini teşhir etmek amacını açıklamak son derece önemlidir.
4- Yerel seçimde ODTÜ ve üniversitelerin, ileri güçlerin birleşip ortak bir mücadele hattı geliştirilmesi için daha aktif bir merkez işlevi görmesi artık daha önem kazanmıştır.
5- Türkiye’nin üniversite gençliği, ODTÜ’nün ileri mevzisi etrafında örgütlenmesini geliştirmek, bu gelişmelerin uyandırdığı hassasiyetleri üniversite gençliğinin örgütlenmesinin merkezileştirilmesinin dayanağı olarak değerlendirmek artık ertelenemez bir görev olmuştur.
Eğer gelişmeler bu dayanaklar üstünden değerlendirilirse, yerel yöneticilerin imalı zafer naraları ve Hükümetin gözdağı açıklamaları geri tepip, “eylül sendromu” provokasyonu bir gerçek bir “yerel seçim sendromu”na dönüşebilir.
Yeter ki, bu perspektifle hareket edilebilsin!
Not: Bu köşede yayımlanan dünkü yazıda, “İsrailli 10 ajanın Hakan Fidan tarafından İran istihbaratına ihbar edildiği”nin yer aldığı yazının Wall Street Journal’de yayımlandığı yazılmıştır. Oysa söz konusu yazı Washington Post’ta yayımlanmıştır. Düzeltir, özür dilerim.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00