Kurumlansak da mı kurumsallaşsak!
Fotoğraf: Envato
Ulusal ayaktopu yaşantımızın “topsuz alan” olarak adlandırdığım oyun alanını sınırlayan çizgilerin dışında olup da masa başında iş tutan kişiler vardır ve adlarına da yorumcu denir. Masa başı sözü de gazetede, televizyonda, radyoda spor alanında iş gören bu kişileri tanımlayan bir terim oldu artık benim dilimde. İşte bu terime giren kişilerden kimileri var ki yazılı, görsel ve işitsel alanların tümümde tam boy bulunurlar. Nasıl yetişirler onca yere ve de nasıl söyleyecek şey bulurlar hiç anlamam, anlamlandıramam. Bedensel ve düşünsel bir tembellik içinde olduğumdan sanırım anlama zorluğu yaşamam. Hele de orada yazıp burada konuşurken bir ulusal televizyonda sabah akşam oturup engin görüşler üretenler var ki… Şaşar kalırım kendi adıma. Bunlardan biri diyeceğim; ama teki olmasından da korkuyorum doğrusu, Mehmet Demirkol’ dur.
Ak camın karşısında geç geçlerken hemen her gün ve günün hemen her saatinde karşımda bulurum kendisini. Dayanılası bulmadığımdan geçip giderim genelde. Hani mahalle kahvesi demeyeyim de, daha çok o tiplerin bulunduğu aş evlerinde beş kahvesi içerken yapılan konuşmaya benzetirim genelde. Ters bir durumla karşılaşmaktan da korkarım açıkçası, ben niye korkuyorsam. O nedenle uzun süre izlemem.
Geç geçlediğim günlerin birinde karşı karşıya geliverdik yine. Tam geçecekken gülüverdi Demirkol. Oyun arkadaşı kendini kaptırmış elindeki kağıttan bir şeyler okuyordu. Demirkol da ona mı bilemiyorum; ama gülüverdi işte. Bayağı bir güldü. Hem de öylesine ki oyun arkadaşı kafasını kaldırdı neye güldüğünü anlamaya çalıştı, bulamayınca da şaşkın şaşkın baka kaldı Mehmet’inin yüzüne. Korktuğum başıma geliyor, ipin ucu kaçıyordu sanki. Belki de sık sık oluyordu böyle şeyler. Olması da kaçınılmazdı ayrıca. Sabah akşam düşünce üretmek, o düşünceyi anlatmak için dil dökmek zorunda kalınca insan… Dilde tüy biterdi… İpin ucu kaçar giderdi…
Mehmet Demirkol akcamda böyle görüntü verirken yazılı basında da kurumsallaşmanın koşullarını anlatıyordu. Fatih Terim’ in kovulmasıyla ilgili bir yazısına “Bir sportif kurumun kurumsallaşması nasıl olur?” sorusuyla başlıyor, kurumsallaşmanın koşullarını (!) öğretiyordu bilmeyenlere. Koşullardan çok tek koşula dayalı kurumsallaşmaya az sonra değinmek üzere sorunun kendisine takılacağım biraz. Gerçi, ülke sınırları içinde kurumsallaşmadan kurum kurum kurulan kurumlar düşünüldüğünde sözde bir eğrilik görülemez; ama bana göre bir hoşluk var yine de. Kurum olduğu söylenen bir kuruluşun kurumsallaşmasından söz ediliyorsa zaten kurumsallaşmış olması gerekir. Ama bir kuruluşun kurumsallaşması ise söz konusu olan o anlaşılabilir bir şeydir. Demirkol’ un sözünü ettiği biraz önce değindiğim ülke gerçeği değildi kuşkusuz. Yani, kurumsallaşmamış kurumlar. O, bir başka ülke gerçeğinin yaratıcısı olmuş kendisiyle çelişkiye düşmüştü bana göre. Ama çelişkinin de büyüğü vardı doğrusu.
Ona göre kurumsallaşmanın tek koşulu ya da tek göstergesi sportif başarıydı. Başarı da görece bir kavram kuşkusuz. Kimine göre küme düşmeyen ayaktopu takımı başarılıdır, kimine göre ikinci olmuş takım başarısızdır. Kimine göre bir koşuya sonuncu gelse de katılmış olmak başarıdır, kimine göre de başarısızlık. Bütün bunların neresinde aranacak kurumsallaşma acaba? Bir dünya üçüncüsü, bir Avrupa dördüncüsü olmuş ayaktopu ulusal takımımızın bu başarısı kurumsallaşmanın sonucu idi ise, şimdilerde niye yırtınıp duruyoruz katılabilmek için.
Avrupa çayır çimeninde kupalar kaldırmış olan Galatasaray ayaktopu takımının kulübü kurumsallaşmanın sonucu mu imparatorunu dönem içinde kovmuştur. Kurumsallaşmanın sonucu mu alt yapısından hiçbir oyuncu takıma giremezken, Dünyanın eskimiş oyuncularına çuvalla para dökülmektedir? Yoksa kurumsallaşamamanın sonucu mudur bütün bunlar. Ya da kurumsallaşmanın tek koşulu bu mudur, bunlar mıdır? Ben bir alt yapı ararım kurumsallaşmanın koşulu olarak. O da çeşitli yaş altı ayaktopu takımları değildir kuşkusuz. Duşuyla, aşıyla, yatağı, yorganıyla, yolu ve ayakyoluyla ve her tür oyunuyla tam kurulmuş olmaktır kurumsallaşma. Yönetsel ve dizgesel olarak oturmuş olmaktır.
Kurum kurum kurumlanmakla kurumsallaşmak olmuyor ne yazık ki!...
- Yaz dostum 12 Nisan 2014 07:19
- Biz attık da sayılmadı mı? 06 Nisan 2014 00:01
- Bir de ne göreyim 29 Mart 2014 00:05
- Kartal kanadı kaşlı çocuk yakinimizdir 22 Mart 2014 00:03
- Semih için aykırı düşünceler 15 Mart 2014 00:09
- Sevgili, seninle ben 08 Mart 2014 00:15
- Okur da insan 22 Şubat 2014 00:36
- Erdemli sözler 15 Şubat 2014 01:04
- Bir yaşıma daha girdim 08 Şubat 2014 00:13
- Düşünce bir, söz iki 01 Şubat 2014 00:30
- İkiz devleti saldım çayıra 25 Ocak 2014 00:09
- Köfte piyaz 18 Ocak 2014 00:01