İlk taşı kim atsın?
Gerçek bir “masumiyet müzesi” kurulsa; bomboş bir binadan başka ne konur ki içine? Duvarlar bile masum değil bu dünyada... Hiç masum değil!
“Sınanmadığın günahın masumu değilsin” demiş Eyüp Can... “İki aylık bebesini 9 gün yalnız bırakıp ölümüne sebep olduğu” iddia edilen anneye dair yazısında. Belki yazıların en “merhametli”si... Ama öyle mi sahiden? “Mahpus” ile “akıl hastanesi” arasında “ikincisi doğrudur” deyince; çözülüyor mu; “insaf” ve “vicdan” sorunları... Gerçeği anlamış oluyor muyuz?
Bir yanıyla haklı Eyüp Can; ilk taşı günahsız olan atsın; bu kadar net! “Canavar anne”ye dair ahkam kesen medyasına, sosyal medyasına, kahvehane geyiklerine, ev gezmeleri dedikodularına karşı; elbet babanın ne yaptığı sorulur. Çevik Kuvvet’in bu “cengaver” polisinin, tüm süreçler boyunca nerede olduğu asla önemsiz değildir elbette. Ama... Açlık ve susuzluktan ölen 2 aylık yavrunun ölümü bize sadece bunu anlatmaz. Ha anne, ha baba, ha ikisi birden... Olmadı aile, hatta bütün mahalle... Çarmıha gerip kurtulamayız hiçbirini...
Anne öğretmen! Hem de sınıf öğretmeni... Laf kalabalıklarının bu çok önemli vurgusu; bize bir öğretmenin bile “evlilik dışı ilişki, evlilik dışı çocuk” gibi konularda ne kadar “kuşatılmış” olduğunu gösterebilir aslında.
Neyse ne, kimle seviştiyse sevişmiş, ne olmuşsa olmuş! Bize ne!
Bebek doğmuş. Kuşatılmışlıkla, her şeyi gizli ve tek başına yapmak zorunda kalması kimin suçu? Bebeğini emanet edecek bir kurum, kişi bulamaması da mı? Her ne demekse o “genel ahlak” ölçütleriyle yargılayıp; çoktan hükmü verilen kadının yaşadığı süreçlerin bugün yaşadığımız günler ile hiç mi ilgisi yok? Geçen ay kaç kadın öldürüldü? Ve neden? “Victoria’s Secret” mağazasının kepengi ardında kalan plastik üzeri donların, sütyenleri gizlesen ne olur Başbakan’dan gizlemesen ne olur? Bu göz göre göre cinayeti; bu 10 yılda 10 kattan fazla artan bu şiddet sarmalını, bu zulüm gizleniyor nasılsa... Göstere göstere gizleniyor hem de...
Hesabı tutulur, sorulur elbet bu günlerin de... Bilimi bu kadar yok sayıp, görünmez kılarsanız, “doğum sonrası sendrom”dan haberi olmaz ilgilisinin bile. Bu kadar ağır aile baskısı, mahalle baskısı, devlet baskısı koşullarında bir genç kadının nasıl “ruh sağlığı”nı yitirdiğini anlayamaz kimseler...
Yalnız, yapayalnız hissetmek... Bu derin yalnızlıkta gizli saklı bir bebek büyütmek... Ruhundaki yaraları hiç saymıyorum bile... Sevgili, aile, arkadaş, konu komşu... Hiçbiri mi yok? O kadar derin yalnızlık...
Peki ya devlet? O “bilhassa kimsesizlerin kimsesi” olan cumhuriyet!
Aklamak için değil, “sistem suçu” kolaycılığı hiç değil. Ama düşünmek lazım. Bu ülke, bu halk bu noktaya bir anda gelmedi. Bu ruh haline, bu kasvetli yalnızlık hissine bir anda kapılmadı. Sadece bir his de değil bu, pek çok insan için açık, somut bir trajedi... Ha çaresiz bir birey; ha bütün toplum!
İster binlerce yıllık erkek egemen sistemin yeni görüntüleriyle açıklayalım, ister insanı yapayalnız kılan neoliberal politikalarla... Ya da ikisiyle birden, ikisinin ittifakıyla! 33 yıllık cunta ruhuyla mesela? 11 yıllık AKP iktidarının zihniyetiyle... Rakamlar ortada! Öpüşeni, sevişeni taşlayan; tecavüzü alkışlayan zamanlardayız.
Tarihin kötü yüzünün, kapitalizmin tüm vahşiliği ile birleştiği ve neoliberal adıyla yıkıp geçtiği günlerden geçtik, geçiyoruz. Sonuna geldik, neredeyse... O halde, bir anne, ortada olmayan bir baba ya da yakın çevre ile açıklayamayız bu cinayeti... O “yalnızlık” da, hissi de herkeste o ya da bu düzeyde var. Gezi’de insanları “Çocuklar gibi şen” kılan biraz da bu değil miydi? Birbirinden, birlikte olmaktan güç alma hali...
Asıl yalnızlıktır canavar; insanı yalnızlaştıran iktidardır...
Gayrı iktidara ilk taşı en günahsız olanımız atsın... Peşinden gidelim...
Evrensel'i Takip Et