Bu süreç bu gerilimi kaldırabilir mi?
Fotoğraf: Envato
Uzunca bir zamandan beri, Kandil-İmralı-BDP cephesinden “Barış süreci”nin Hükümet tarafının gerekli adımları atamamasından dolayı tıkandığı” eleştirileri yapılıyordu. Dahası bir ay kadar önce de Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, süreçle ilgili; “Çıkmayan candan umut kesilmez” diyerek, bu “tıkanmayı” kabul etmişti.
Önceki gün Başbakan belki de süreçle ilgili Hükümetin “Hiçbir şey yapmama, hiçbir sorumluluk almama” tutumunu çok net biçimde açıkladı.
Nitekim Başbakan önceki gün yaptığı değerlendirmede, KCK yetkilileri tarafından “15 Ekim’e kadar Hükümet adım atmazsa, süreç tehlikeye girer” içerikli açıklamalara da atıf yaparak, “15 Ekim’de ne oldu? Bugün ayın kaçı? Hani çözüm süreci bitecekti? Ne oldu?” diye kışkırtıcı, gerilimi daha da artırıcı” bir üslup kullandı.
Bütün bunların üstüne de Başbakan “Süreci ihlal eden faturasını da öder” diyerek, aslında bütün politikasını da açıklamış oldu.
Hem kendi üstüne düşen hiçbir şeyi yapma, hem de süreç sürmeli de!
Kolay açıklanamayacak bir çelişki bu; ama aynı zamanda Hükümetin tutumunun da açık bir ifadesi.
Şöyle ki; Hükümetin, “tıkanmış sürecin” sürmesini Öcalan’ın “Barışçıl çözüm ısrarı” üstünden, kendisinin hiçbir adım atamadığı ama “Çatışmasızlığın ve çözümsüzlüğün bir arada olduğu bir sürece” dönüştürmeyi amaçladığı anlaşılıyor.
Hükümetin böyle “ikili” tutum takınmasının nedenini ise şöyle açıklayabiliriz:
1- Sürecin bitmesinin mutlaka Hükümete bir faturasının çıkacağıdır ki; bugün Hükümetin, AKP’ye oy vermeyen halk kesimleri, siyasi çevreler ve basında, destek bulduğu hemen hemen tek konu barış sürecine devam ediyor olmasıdır. Dahası “Barış süreci”nde görüşmelerin sürüyor olması AB İlerleme Raporu’nda bile Hükümetin krediye sahip olduğu başlıca konudur da. Bu yüzden Hükümet, süreçte gerçekte bir ilerleme olmasa da çatışmasızlık süreci sürsün, bir şeyler yapılıyor havası devam etsin istemektedir.
2- Barış sürecini “tıkayıp”, “kontrollü bir gerginlik” hattına geçerek Hükümet, iki yıllık seçim maratonunda ilk aşaması olan yerel seçimlerde, şoven milliyetçi odaklarla ittifakını yenilemek istemektedir. Bunun için de Erdoğan ve Hükümeti, İmralı-Kandil-BDP ile gerilimi yükselterek, şoven milliyetçi odaklara, Hükümetinin aslında Kürtlerin haklarını tanımak gibi bir niyetinin olmadığı ama bu tür manevralarla Kürt güçlerini parçalamayı ve etkisizleştirmeyi amaçladığı mesajını vermek istemektedir.
Ancak gerginlik böyle tırmanınca “kontrollü gerginliğin” ne ölçüde mümkün olacağı da tartışmalı hale gelmektedir. Nitekim KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık da Yeni Özgür Politika gazetesinde yazdığı yazıda, Öcalan’la görüşmeye giden BDP heyetine müdahale edilmesini eleştirirken Erdoğan’ın “İmralı’ya kimin gideceğine biz karar veririz” demesini “Sürecin Hükümet tarafından bitirildiğinin ilanı!” olarak değerlendirdi.
Bu yazısında Bayık, “AKP süreci bitiren altında kalır diyor. O zaman bu süreci bitiren AKP bedelini de öder” diyerek “kontrollü gerginlik” oyununa gelmeyeceklerini de göstermiş oldu.
Hükümet önce,”çekilmenin yavaş yürüdüğünü” bahane etti, sonra Gezi direnişinin sürece karşı bir komplo olduğu gürültüsü yaratarak üstüne düşenleri yapmayı erteledi; şimdi de “Hükümet üstene düşenleri yapmıyor”, “Böyle giderse süreç ilerlemez,… biter” diye uyarılar yapanları “Süreci bitirmeye çalışmakla” suçlayarak sorumluluktan sıyrılmaya çalıştı, çalışıyor.
Şu çok açık ki AKP Hükümeti, sürecin tıkanmasının başlıca sorumlusudur ve bunu da herkes görüyor. Bu yüzden de Hükümet, gerilimi “Ateşkes sürsün ama ben de hiçbir şey yapmayayım” çizgisinde tutarak kendini sorumluluktan kurtarmayı, karşı tarafı da “süreci bitirirseniz faturayı siz ödersiniz” tehdidiyle sindirmeyi istiyor.
Hükümetin bu oyununu bozmanın yolu ise, görüşmelerin, her tür takiyenin gölgesinden çıkarılarak açıkça Hükümetin yürüttüğü görüşmelere dönüştürülmesinden geçmektedir.
Çünkü süreç, Türkiye’nin demokratikleşmesinin tartışıldığı bir süreçtir. Bu yüzden de demokrasi güçleri açısından kendilerini taraf olarak gördükleri ve buna göre davrandıkları bir süreç olarak ele alındığı, görevlerin buradan belirlendiği ölçüde anlamlı müdahaleler yapılabilecek bir süreçtir. Özellikle de şu gelinen aşamada ve seçim sath-ı mailine girilmişken bu tutum daha da önem kazanmıştır.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00