30 Ekim 2013 09:20

Gülen için: Cesaret ve zerafetle

Gülen için: Cesaret ve zerafetle

Fotoğraf: Envato

Paylaş

 

Kendini altıncı kattan betona atan bir kadının ardında bıraktığı leke, bunu neden yaptığını anlatmaz; hiç bakmayın. Okuldan dönen çocuğuna kapıyı hep kendisi açmak isteyen bir anne evladına, kendisinin açamayacağı kapılar bırakmayı nasıl göze alır, sormayın. Eğer şimdiye kadar hiç sormamışsanız yanıt aramayın. Devletin, polisin karşısında devleşen; İzmir’de bir eylemde polisin yolduğu ışıltılı saçlarıyla efsaneleşen kadının yoksulluğun, erkek egemenliğinin karşısında nasıl çaresiz ve naif kaldığını; İzmir Emniyetini vaktiyle sloganlarla inleten gür sesinin nasıl böyle kısılabileceğini merak ediyorsanız bütün kadınların yüzüne bakın. Son cesareti kendini altıncı kattan atmak olan bir kadının gururunu ve zerafetini İzmirli kadınlar anlatsın. Cenazesini omuzlayan kadınlar. 

Gülen Yılmazoğlu gitti. Onu derin bir boşluğa sürükleyen, kendini işe yaramaz hissettiren cenderesini kırıp yeni bir hayata başlamak için kullandığı enerjisi mumun titrek ışığının sönümlenmesi gibi bittiğinde hayatına kıydı. Bütün sevenlerine sayısız keşkeler bırakarak. Başkasının gözlerindeki küçücük kararmalardan ya da ışıltılardan mesaj alan bir insan, bu kaba saba ve hoyrat dünyada kendi sesini başkalarına duyuramayınca bir daha kulaklardan silinemeyecek bir haykırış bıraktı ardında. İsterseniz incecik bedeninin betona çarparken çıkaracağı sesi duymaya çalışın.

Onunla liseli üniformalarımız içindeyken tanıştık; birlikte öğrendik birlikte yürüdük. 30 yılı aşkın arkadaşlığımızın görüşülmeyen uzun zamanlarından sonra bile “sohbet”e hep bıraktığımız yerden devam ettik. Gezi direnişinde, İstanbul’daki bir mitingde randevulaştık, onunla başka nerede randevulaşılabilirdi ki? Kitlenin alkışlarına kendi alkışlarıyla güç vererek yürürkenki coşkusuyla ölümünden bir hafta önce İzmir’de gördüğüm derin hüzün arasında uçurumlar vardı. O uçurumun kenarında bize artık el salladığını anlayamamış olmanın derin vicdan azabı, sormayın, bir yara olarak kalacak bende.   

Kimi suçlamalıyız; yaşadığı sıkıntılar karşısında niçin bu kadar zayıf olduğuna kızarak kendimizi rahatlatabilir miyiz? Başı dik ve onurlu yaşamaktan başka derdi olmayan, yapayalnız kaldığında bile bundan taviz vermeyen birinin, gözümüzün önünde eriyip bittiğini göremediğimiz için kendimize mi kızmalıyız? Ona hayatı zindan eden, yeteneklerini ve gücünü sömüren, kendini güvensiz hissettiren erkek egemenliğine mi havale etmeliyiz bu vakitsiz ölümün sorumluluğunu? Bir intihar değil cinayetse bu, faili kim bunun?

Belki herhangi bir yanıtın onun için bir anlamı ve yararı yok. Ama sade bir kadının karşılaştığı tuzaklar, dünyayı değiştirmeye ant içmiş güçlü ve kararlı bir kadını da içine çekmişse, kadın kıyımına bildiğimiz isimler yetmez olur artık. Gözaltındaki bir arkadaşına seslenirken yaptığı gibi herkese cesaret ve azim aşılayan bir kadının yenilgisi, yenilgilerin en acısıdır.

    “Kolay değil can arkadaşım

    Kolay değil, dostlardan ayrı kalmak.

    Kolay değil, her gün bilmem kaç metreküp havayı koklamak. 

    Dayak, küfür ve tedirgin etme çabasına inatla direnirsin ya,

    Marazi sevgiler besleyen yakınlarının üzüntüsü kemirmektedir içini.

    Sıkma canını demeyeceğim sana.

    Ama şu bildiğini unutma hiçbir zaman.

    Bizi dört duvar da tutanlara, elbet zindandır yaşam !..” 

Gülen gitti. Arkadaşım, kız kardeşim yok artık. 

Acısı derin, acım derin. 

Not: Sevgili okuyucu, bugün burada çok kişisel bir yazı okudun. Ama en kişisel şeyler bile genel ve birinin hikayesi aslında herkesin hikayesi değil midir?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa