DİĞER YAZILARI
Kaybettiniz 6 Mart 2025
Örgüt 27 Şubat 2025
Mehmet Türkmen 20 Şubat 2025
Güç bende artık 13 Şubat 2025
Hadi yine iyiyiz 6 Şubat 2025
Sorun modelde 30 Ocak 2025
Tan ile Bulu 23 Ocak 2025
İkinci çocuk 16 Ocak 2025
Pislik 9 Ocak 2025
Benim adamımdan hoca 2 Ocak 2025
YAZI ARŞİVİ

Çocuktum.
Biz İstanbul’un Avrupa yakasında sur içinde yaşıyorduk. Yeni gelişen Bakırköy’e taşınma  
talebine “Ben İstanbul dışında yaşayamam” diye karşı koyan Sultanahmetli babam, annemin ısrarına ancak iki sene dayanabilmişti. Cumartesi günleri alış veriş günümüzdü ve hep birlikte Mısır Çarşısı’na, oradan biraz yukarıya ve nihayetinde Beyazıt’a çıkılır, cezaevinin bitişiğinde oturan babaannem ziyaret edilir, dedemin evine bakan gangsterler koğuşunun tuğla ile örülü pencerelerinden dışarıya taşan gürültüler dikkatle dinlenir, kadın kılığında hapishaneden kaçan İrfan Vural’ın hikayeleri ile birlikte akşam, İstanbul terkedilerek Bakırköy’e dönülürdü.
 Bakırköy’den İstanbul bu kadar uzakken, karşı taraf dediğimiz Kadıköy ve ötesi bizim için tam bir gurbetti. Senede bir, iki kere yazları Heybeliada’da kışları Suadiye’de yaşayan annemin halası ziyaret edilir, küçük yaşımıza rağmen badem şekeri ile nane likörü içilirdi. Şeker kutusundaki yaldızlı çikolataları kulağımızda çınlayan annemizin tembihleri ile birlikte, halanın ısrarı üzerine alabilirdik. Şimdi İstiklal Cad-desinde aşağı yukarı giden çakma tramvayın son gerçek örneğini Kadıköy Meydanı’nda görmüştüm. Sonra onu da davul, zurnalı törenlerle kaldırıp İstanbul’u otomobillere terk ettik.
Anadolu’da üretilen sebze, meyve yakın yerlerden deniz yoluyla mavnalarla Eminönü Hali’ne, uzak yerlerden kamyonlarla Harem’e gelir, şehrin her iki yakasında, hem Harem’de hem Sirkeci’de bir kaç gün beklemeli uzun kamyon kuyrukları oluşurdu. Sırada bekleyen kamyonların şehirlerini bilme oyunu oynayarak plakalara baka baka o zaman 1’den 67’ye kadar olan tüm illerin plaka numaralarını ezberlemiştik kardeşimle.  Sonra “Köprü yapılacak” dendi. Kente göre yerleşim değil, yerleşime göre kent üretme cahilliğimiz ve fırsatçılığımız yüzünden karşı koymalar, itirazlar eşliğinde ilk köprü yapıldı. İtirazı olanlar Ortaköy’den geçerken burunlarını kapatır, “Köprünün ayakları kokuyor” diyerek zamanın hükümetini nazikçe yolsuzlukla suçlardı. “Maliyeti karşılanınca bedava olacak” diye açılan köprüye halen para ödüyor olmamız geçmişi ne kadar çabuk unuttuğumuzu gösteriyor.
 Ardından ikinci köprü, üçüncü köprü derken şimdi deniz altından ulaşım, işi yapan Japonların “Henüz tam güvenlikli olmayabilir” endişelerine rağmen emir komuta mantığıyla açıldı. Bir yanda “Dubai’de de güzel yollar, geçitler, yüksek binalar, gökdelenler var ama biz yollarına araba sığmayan, tahta köprüleriyle, su kanallarındaki sandaldan evleriyle ve devlete karşı bireyin özgürlüğünün güvence altında olduğu bir Avrupa ülkesinde gibi yaşamayı tercih ederiz” diyenler. Diğer yanda cam binaları, altı şerit yolları, parklarındaki ağaçların yerinde yükselen gökdelenleri uygarlık olarak kabul eden diğerleri.
 Ve üzerine çullanan insan saldırısına direnemeyen, tepelerinden gökdelenlerin fışkırdığı, arabaların yüz ölçümünün sokakların alanından fazla olduğu, on bin yıllık geçmişini talan edip onu Arapların dolarla kurduğu 30 yıllık yapay çöl kentlerine benzetmeye çalışan yöneticilerle yönetilen İstanbul.  

Evrensel'i Takip Et