2 Kasım 2013
DİĞER YAZILARI
Yüzümüzün karası 16 Ağustos 2014
İnsan sevmek 12 Temmuz 2014
Kavel\'de miyiz hâlâ? 28 Haziran 2014
Camın sırrı 21 Haziran 2014
Yasak bölge 14 Haziran 2014
Organik O.C 31 Mayıs 2014
Bir nefes... 24 Mayıs 2014
Soma\'nın iyi insanı 15 Mayıs 2014
YAZI ARŞİVİ

W harfi alfabeye eklendi artık. Nerede istersek orada yazabiliriz, dava dosyalarında baki. “Nevruz” değil, “Newroz” yazdığımız haberlere açılan davalar geliyor aklıma. 28 Şubat civarı olmalı. Biz gazetede “Tanklarla gözdağı” manşeti atarken, medyanın postmodern darbeye ağız birliği ile selam durduğu günler...
Nereden nereye?
Sahne aynı roller başka, diye şarkı vardı ya hani... İzlerin hepsi birbirine karışmış. Gerçek kimsenin umurunda değil. Bir insan mekanizması, bir savunma yöntemi: Nasıl istiyorsan öyle hatırla. Ne görmek istiyorsan onu gör.
Nasılsa insan hafızası nisyan ile malül. Aynı gün içinde bile.
Gelecekte 31 Ekim 2013’e bakanlar, medyada bir demokrasi zaferi, bir kadın kahramanlığı edebiyatı okuyacaklar.
Ayşe Gökkan, ya görünmeyecek, ya iç sayfalarda küçük bir “taşra” haberi sayılacak. Hayır, Nusaybin çok uzak olduğundan değil. Nusaybin Belediye Başkanı olarak yaptığı önemsiz olduğu için hiç değil. “Dewlet” aklına, yani o büyük akılsızlığa karşı durduğu için. Binlerce yıldır kentlerin etrafına, ülkelerin arasına örülen duvarlara hiçbir derde derman olmadığı halde bu Utanç Duvarı’nda inat eden zihniyete karşı durduğu için görülmeyecek Ayşe Gökkan. Duvar ölüm getirmesin diye ölüm orucuna yattığı halde görmezden gelinecek.
Onun gece sabahladığı ateşin başında küllere bakan fotoğrafı, 31 Ekim 2013 gününün fotoğrafı olarak kazınmayacak hafızalara...
Ya Ahmet Kaya’nın trajedisi? Bütün suç “zavallı ve toy bir popçu”ya ihale edilerek, sorun çözüldü, öyle mi? “Dewlet”, bütün kurumlarıyla, adliyesi, medyası, politikacısı, her cinsten magazin figürü ile linç kampanyası yürütmedi mi? Popçuya taş atarak intikam alınıyor, ona eşlik edenlerse ahkam kesiyor.
Bu formülü ister 28 Şubat’a uyarlayın, ister 12 Eylül’e, Dersim’e, Roboski’ye... Aynı “dewlet” aklama operasyonu ile acıları unutmamız isteniyor, istenecek. Asıl failin pişkinliğiyle yüzleşeceğiz sadece.
Öyle yıllara, aylara bile gerek yok artık. Aynı gün içinde hafızasızlaşmak mümkün. Yok sayılmak, görmezden gelinmek kadar, bir anda iğrenç bir maniplasyonun mağduru olmak da mümkün. Gerçeğin kıymeti yok artık çünkü... Gerçek, işe geliyorsa var, gelmiyorsa yok. Tıpkı “dewlet” aklının bizden istediği gibi...
İnsanın kıymeti yok çünkü...  Ne 8 yaşında bombaları oyuncak yapan çocuğun, ne 19 yaşında dövülerek öldürülen genç kadının, dolaylı ya da dolaysız “dewlet”in mağdur ettiklerinin değeri yok. Binlerce havai fişek patlatılan o devasa görgüsüzlük, göz boyayan bir hipnozdan başka bir şey değil. Ölen sadece kuşlar değil, bu şovda...
Sahte mağduriyetlerden sahte demokrasi nutukları devşiren, gerçek acıları bile seyirlik temaşaya dönüştüren zamanın sisli ruhu elbet dağılacak. Liberal gevezeliklerin de, muhafazakar yalanların da, statüko çığırtkanlıklarının da devri geçecek. Çetelesi çıkacak ortaya, büyük acılarım, katliamların...
Asıl faili göreceğiz, bileceğiz... Alfabeninin yasaklı yasaksız harfleriyle, vurguyu “w”ye yaparak söylenecek adı...
Ali İsmail’i, Medeni’yi, “dewlet dersinde öldürülen” bütün o çocukları, gençleri Ece Ayhan şiirinin tanıklığıyla hatırlayacağız. “Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbi”ne dökülen nehirler bu topraklardan ayrı ayrı doğup, uzak bir coğrafyada birleşiyor çünkü.
“Dewlet” aklı ister tel örgülü mayınlı duvarlar örsün, ister yalanlarla olmayan engeller çıkarsın halkların arasına, biz de birleşeceğiz, birleşiyoruz.
Fırat ve Dicle’nin suyu kadar, her yıl aynı vakitlerde gökyüzünde buluşan göçmen kuşlar kadar hafızamız var bizim de. Ne yaşadığımızı biliyoruz, bundan sonra ne yaşamayacağımızı da...

Bugün habire bilmem hangi tarihte nerede olduğumuzu soranlara ve her devirdeki benzerlerine, Sennur Sezer şiirinden aldığımız tek sorumuz olacak: “...ne yaptın söyle, öldürülürken insanlar?​”

Evrensel'i Takip Et