Bilinmeyen bir dilin konuşulduğu ülkeydi orası. Ölüm tarlalarından cesetlerin fışkırdığı ve insanlar yeni yılı kutlamaya hazırlanırken çocuk ve gençlerin bombalandığı ve de cesetlerinin katırlarla taşındığı bir coğrafyadan söz ediyorum. Kan, gözyaşı ve kayıpların eksik olmadığı; gençliklerin ve sevdaların yarım kaldığı barışa hasret bir coğrafyanın sınırlarını bir zamanlar cetvelle çizip ayıranlar ve sınırlara mayın döşeyenler şimdi duvar örerek bir kez daha bağrından yaralıyorlar.
Tüm bilgi alma çabaları sonuçsuz kalan seçilmiş bir belediye başkanı canını ölüme yatırarak direniyor duvara karşı. Daha vahim olanı şu: Vicdanımız ve gözlerimiz ve de yüreklerimiz duvara karşı duran bir belediye başkanına karşı başka bir duvar sanki. Aklımız mı tutuldu ne?
İktidar ve yandaşları aslında toplumsal farklılıklar arasına çoktandır duvar örmekteydi. Her fırsatta gerilim pompalayarak duvarların boyu biraz daha yükseltildi. Lojman duvarları, site duvarları ve bir üniversite rektörünün ifadesiyle “öğrencilerin özgürlük alanını genişleten” fakülteler arası duvarlar derken “yurttaşların güvenliği” için yurttaşların arasına bir duvar daha örülüyor.
Temel bilimlerle toplum arasına da bir duvar örülmekteydi son yıllarda. Sonuçta eğitim/öğretim/araştırma bu duvarın altında kaldı ama inat ve intikam yine de bitmedi: Temel bilimlerle yaşam ve insanlar arasına kalın ve yüksek bir duvarın inşaatı devam etti.
Farklı inanç kesimleri arasına örülen duvarlar 1924’te atılan temel üzerinde yükseliyor hâlâ. 3 Kasım’da İstanbul Kadıköy’de toplanan binlerce Alevi ve dostları bu anlamsız duvarlara karşı seslerini yükseltti bir kez daha. Duvarlaştırmaya karşı yeni bir çığlık olan Halkların Demokratik Partisi ve destekçileri de iktidarın bu sınır tanımaz ısrarı ve inadına karşı durdular. Olanca toplumsal muhalefete ve talan edilen coğrafyanın uyarılarına rağmen duvarlar örülmeye ve toplum daha fazla ayrıştırılmaya devam ediyor hayasızca.
Muhafazakar demokrat olma iddiasındaki Hükümet ne yazık ki neoliberal politikaları dinsel inançlarla perdeleyerek ve devlet gücüyle zorlayarak ısrarla uygulamayı ve uzun süre iktidarda kalmayı hedefliyor sadece. Her adım ve her söz sadece ve sadece iktidarın seçime endeksli tavrını netleştirmekten ve pekiştirmekten öte bir anlam taşımıyor. Yaşamın her alanına şiddetle müdahale ediliyor ve her farklı ses süratle bastırılmaya çalışılıyor.
1982 Darbe Anayasası ile yasal güvenceye alınan Yüksek Öğretim Kurumu, farklı olduğunu iddia eden iktidarlarca her dönemde varlığını sürdürdü. Onlarca bilimsel rapor ve yapıcı önerilere rağmen iktidarın ideolojik bir aracı olarak el üstünde tutulan bu kurumun dönüştürülmesiyle birlikte demokratik ve özerk üniversite talebinin yükseltilmesi hâlâ gündemdedir.

Evrensel'i Takip Et