08 Kasım 2013 08:36

Başbakana sorulamayan ama sorulması gereken şeyler

Başbakana sorulamayan ama sorulması gereken şeyler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

"Başbakandan kadın gazeteciye fırça” başlığıyla haber oldu bir kısım medyada.  Bir kadın gazeteci… Başbakanın aniden kızlı-erkekli öğrenci evlerine ifrit olduğunu ve konuyla ilgili yasal düzenleme yapılacağını öğrenmiş. Normal şartlar altında her gazetecinin yapması gerekeni yapmış. Merak edip, halk adına soru sormuş. Sağlıklı bir şüphecilikle, yasal zemine uydurulmaya çalışılan bu yeni düzenlemenin insan hakları ve bireysel özgürlüklerle çelişip çelişmediğini sorguluyor. Bu kadın gazeteci ile Başbakan Erdoğan arasında geçen diyalog şöyle:
Gazeteci-  Kız ve erkek öğrencilerin birlikte, tuttukları özel evlerle ilgili mi o bahsedilen adımlar. Yoksa yurt gibi faaliyet gösteren; ancak yasal düzenlemeye sahip olmayan binalarla mı ilgili düzenleme?
Erdoğan- İki sorunuza da iki ayrı cevap vereyim. Bir defa kız-erkek karışık yurt olayını biz kapattık. Kredi Yurtlar Kurumundaki düzenlemenin yüzde 75’lik bölümünü tamamlamış durumdayız. Ev olayına gelince, aynı daireyi kız ve erkeklerin birlikte paylaşma durumları var. Bu konuda pek çok şikâyet aldık. Muhafazakâr demokrat bir iktidar olarak bu konunun çalışmasını yapacağız.
Gazeteci- Efendim Valilikler denetlerken nasıl bir yetkisi var bu evlerle ilgili olarak?
Erdoğan- Bu düzenlemeden sonra gerekli yetkiyi alırlar.
Gazeteci- Bunlar özel müstakil evler değil mi efendim sonuçta. Kişilerin özel evleri yani…
Erdoğan- Evet.
Gazeteci- Nasıl yani kişilerin özel evleri bunlar…
Erdoğan- Kişilerin özel müstakil evlerinde, bir farklı kız bir farklı erkek aynı evde kalması nasıl doğru olabilir? Siz kızınıza, oğlunuza böyle bir şeyi hoşgörüyle karşılayabilir misiniz?
Gazeteci- Konu ben değilim efendim.
Erdoğan- Yok, yani yarın anne olduğunuz zaman, ya da annesinizdir bilmiyorum, çocuğunuzla ilgili böyle bir şeyi uygun buluyorsanız hayırlı olsun. Ama biz bu konuda gerekli yasal düzenlemeyi yaparız.
Geçenlerde Finlandiyalı bir gazeteci de Başbakan Erdoğan’ı kendi ülkesinin politikacıları gibi sanıp soru sormuş. “Efendim, nedir bu öğrenci evleriyle ilgili sorununuz; bu nereden çıktı bu mevzu?” demiş. Başbakan durur mu? Lafı yapıştırmış: “Arkadaşı birileri görevlendirmiş herhalde…”
Gazetecilerin Başbakan Erdoğan’a anlamlı, kamu yararı içeren soru sormaları iyice zorlaştı. Başbakan etrafında sadece kendi icraatlarını onaylayan, ona asla kontra sorular sormayan gazetecileri istiyor. Arada sırada yanlışlıkla bir yaban otu çıkıp da normal bir gazeteci gibi soru sorarsa, onu ya azarlıyor, ya küçük düşürüyor ya da düşman ilan ediyor.
Başbakanın öğrenci evlerini önce durup dururken partisinin “muhafazakâr-demokrat yapısına” ters bulduğu için eleştirdi. Ama aradan geçen bir iki gün içinde konu bambaşka noktalara geldi. Bülent Arınç ve Yalçın Akdoğan daha Erdoğan’ın içinden çıkılması zor “iffet” temelli açıklamalarını meşrulaştırmaya çalışırken, bu sefer konu aldı başını teröre geldi. Önce “kızlarınızı siz koruyamazsanız biz koruruz” ekseninde kutuplaştırılan, gerilen aileler, bir de “kızlı-erkekli evlerde teröristler örgütleniyor” denilerek diken üstüne oturtuldu. Bu söylemi televizyon kanallarında yeniden üretmek Hüseyin Çelik’e nasip oldu. Siyasal iletişim mesajları açısından bakıldığında, AKP’nin haziran ayından beri ısrarla ürettiği  “kızlı-erkekli bazı şeyler” tartışmalarının seçmen kitle üzerinde yine kutuplaştırıcı, biz ve ötekiler kurgusunu pekiştirici bir amaca hizmet ettiğini söylemek mümkün. Bir tarafta toplumun ahlaki değerlerini ve kız çocuklarımızın “iffetini” korumaya çalışan AKP’liler, diğer tarafta ise çocuklarını yeterince koruyup kollayamayan “ötekiler.” AKP’liler kadar muhafazakâr olmayan aileler çocuklarını “mevcut tehlikelere” karşı koruyamayınca, devlet aileler adına çocukların iffetini koruma görevini üstleniyor. Başbakan bu ötekileştirici, ayrıştırıcı ve düşmanlaştırıcı söylemi Gezi protestoları sırasında da kurgulamıştı. Ebeveynlere seslenen Başbakan, “çocuklarınıza sahip çıkın, gidin onları parktan alın, eve getirin” demişti. İktidar partisi güya başkalarının yaşam tarzlarına ve değer yargılarına yönelik baskı uygulamıyor. Ancak biz iktidar partisi ileri gelenlerinin bazı yaşam tarzlarını “tasvip etmediklerini” her fırsatta duyuyoruz, izliyoruz. Bazı yaşam tarzlarının onaylanması, bazılarının ise onaylanmaması üzerinden bir toplumsal uzlaşma olamayacağını, ancak gerilim ve çatışmanın çıkacağını seziyoruz. Toplumdaki gerilim ve çatışma insanların gündelik yaşam pratiklerine ister istemez yansır, korku ve endişeyle karışık bir suskunluk sarmalı yaratır. Başbakan ve AKP ileri gelenleri bunu gayet iyi biliyor; ama yine de aynı söylemleri ısrarla yinelemekte bir sakınca görmüyorlar. Kişilik haklarını ve bireysel özgürlükleri koruyan yasaları filan tek parti iktidarının gücüyle değiştirerek, 18 yaşını geçmiş gençlerin yaşam pratiklerini denetim altına almak istiyorlar. Böylelikle, AKPgillerin “tasvip etmedikleri” bazı yaşam biçimleri “suç” kapsamına alınacak gibi görünüyor.
Peki ama, o bazı yaşam biçimlerinin suç kapsamına alınması kamuya nasıl izah edilecek? “Biz yaşam tarzlarına müdahale etmiyoruz” diyen bir iktidar diliyle bu nasıl örtüşecek? İşte bu noktada “terör” söylemi imdada yetişiyor. “İffet”, “muhafazakârlık” yeterince işe yaramazsa bir doz da “terör” verelim misali. Siyasal söylemin genel kurgusu (şimdilik) bu. Bu anlam kurgusu kamusal alanda yaygınlaştıktan sonra, artık yasal bir değişiklik yapılmasa bile, bekara-öğrenciye ev verenlerin kira kontratlarında yapmaları muhtemel olan değişiklikleri, muhbir vatandaşların nasıl hızla örgütleneceklerini filan tahmin etmek zor değil.  
Bu kızlı-erkekli öğrenci evleri hususunda Başbakana sorulacak daha onlarca, yüzlerce soru var. Gazeteciler soramıyor, soranları da Başbakan almıyor. Ama artık bu korku çemberinin kırılma vakti geldi de geçiyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa