Batı'nın İran'la uzlaşması ne anlama geliyor?
Fotoğraf: Envato
Yıllardır Batı ülkeleriyle İran arasında tartışma konusu olan nükleer program konusunda dün önemli bir gelişme yaşandı.
Cenevre’de Birleşmiş Milletler (BM) daimi üyeleri ABD, Fransa, İngiltere, Çin ve Rusya’nın yanı sıra Almanya’nın içinde yer aldığı “5+1 Grubu” ile İran arasında yapılan görüşmelerin uzlaşmayla sonuçlanma ihtimalinin çok yüksek olduğu basın tarafından dünyaya duyuruldu.
Eğer bir son dakikada değişikliği olmazsa, uzlaşma ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin de katılacağı bir toplantıyla ilan edilecekti.
AB Dış Politika Sözcüsü Catherine Ashton tarafından Cenevre’ye anlaşmaya imza atması için davet edilen Kerry’nin ayrıca İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ile de bir araya gelmesi öngörülüyordu. Keza aynı saatlerde Almanya, İngiltere ve Fransa dışişleri bakanları da apar topar Cenevre’ye gitti.
Alman gazetelerinin İnternet sitelerinde yer alan haberlere göre; İran, atom bombası yapmayacağı ve elindeki uranyumun en fazla yüzde 5’ini seyrelterek sivil amaçlar için kullanacağına dair taraflara kesin bir güvence vermiş. Bunun kontrolü için kapılarını Uluslararası Atom Enerjisi Ajansına (IAEA) açacak. Buna karşılık, Batılı ülkeler de ambargoyu yumuşatacak. Yumuşamanın öncelikli olarak banka sektörü için geçerli olması öngörülüyor. Böylece, kolaylıkla dışarıdan temel gıda maddesi ve ilaç satın alınabilecek.
1979’daki İran İslam Devrimi’nden bu yana İran ile ABD arasındaki gerilimli ilişkiler zaten bir süredir yerini yumuşamaya bırakmıştı. Ekim ayı başında BM toplantısına katılmak üzere New York’a giden İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile Obama arasında 15 dakikalık telefon görüşmesi buzları epeyce eritmişti.
Dünkü uzlaşma haberlerinden sonra her ne kadar ABD yöneticileri, İran’a karşı uygulanan ekonomik yaptırımların devam edeceğini, hatta verdiği sözleri yerine getirmemesi durumunda daha da sertleşeceğini ileri sürse de bunun çok fazla mümkün olmadığı açık. Zira, yaptırımlara gerekçe olarak gösterilen nükleer program şimdilik rafa kaldırıldığına göre, ambargonun bütünüyle uzun sürmesi mümkün görünmüyor.
En azından Avrupa cephesinden.
Çünkü Avrupa ülkeleri uzun zamandan beri İran ile ticari ilişkileri geliştirmek için fırsat kolluyor.
Elbette, bu uzlaşmayı her ülke ve taraf kendi hanesine başarı olarak yazacak.
ABD ve diğer ülkeler, İran’ın nihayet ekonomik yaptırımlara dayanamayarak geri adım attığını söyleyecek, İran da istediğini aldığını propaganda edecek. İran’ın dini lideri Hamaney, daha önce ABD’ye yönelik politikayı “kahraman esneklik” olarak tanımlamıştı.
Nereden bakılırsa bakılsın, İran’ın nükleer programı üzerinde sağlanacak bir uzlaşma hem ABD ve diğer ülkeler cephesinde hem de İran cephesinde bir soluklanmaya, nefes almaya yarayacak.
Zira; 78 milyonluk nüfusuyla İran bugün çok önemli bir pazar. Bu pazar uzun bir süredir nükleer program nedeniyle dünya ticaretinin çok önemli bir bölümünü elinde tutan “P5+1” grubu tarafından kullanılamıyor. Halbuki, ekonomik büyüme göstergelerinin düştüğü ya da çok az arttığı bir dönemde İran pazarının yeniden uluslararası tekellere açılması ekonomik açıdan derin bir nefes alma anlamına geliyor.
Benzer bir durum İran için de geçerli. Elinde bulundurduğu devasa petrol ve doğalgazı satamadığı ya da çok az sattığı için ekonomik ve sosyal sorunlar olabildiğince büyümüş.
En son 2007’de ait olan resmi rakamlara göre ülkede işsizlik oranı yüzde 15. Ancak bunun gerçeği ifade etmediği belirtiliyor ve işsizlik oranın yüzde 50 civarında olduğundan söz ediliyor. 2008’de yüzde 25’e kadar varan enflasyon oranı 2010’da yüzde 10 civarına düşmüş. Bu veriler, İran’ın yönetici sınıfının da derin bir nefes almak istediğini gösteriyor.
ABD açısından İran ile uzlaşmaya gidilmesinin bir de dış politika faktörü bulunuyor. Obama yönetimi daha önce yeni dönemin önceliğinin Pasifik olacağını ilan etmişti. Yani, Çin’in ekonomik gücünü sınırlama... Bu konuda, Çin-Japon gerilimini tırmandırmaktan başta bir şey yapılmadı. Dikkat ederseniz Suriye meselesi nedeniyle bu gerilim de “tatile girmiş” gibi görünüyor. Hem Ortadoğu hem de Pasifik’te birden gerilimin içine düşme niyetinde olmayan ABD emperyalizmi, İran ve Suriye”yle ilgili politikalarda uzlaşmayı öne çıkarması, aynı zamanda Pasifik’te durumun ne denli önemli olduğunu gösteriyor.
Ama bu hiç bir zaman ABD’nin İran, Suriye ve kontrol edemediği diğer ülkeler üzerinde egemenlik kurma, onları teslim alma isteği ve planlarından vazgeçtiği anlamına gelmiyor. İran’la uzlaşma nedeniyle İsrail’in göstermiş olduğu tepki ise kuru gürültüden başka bir şey değil.
- 2. Trump döneminde Avrupa'yı neler bekliyor? 17 Ocak 2025 04:58
- Avusturya'dan Güney Kore'ye siyasi krizler ne anlama geliyor? 10 Ocak 2025 04:08
- Almanya ABD’nin arka bahçesi mi? 03 Ocak 2025 04:54
- Avrupa 2024-25: Krizler, çelişkiler ve mücadele 27 Aralık 2024 04:19
- Romanya seçimleri, TikTok ve AB'nin demokrasi anlayışı 20 Aralık 2024 05:25
- ‘Suriyeliler gitsin mi, kalsın mı’ tartışması üzerine 13 Aralık 2024 04:24
- Avrupa'da 'siyasi kriz' hayaleti dolaşıyor 06 Aralık 2024 06:40
- Almanya'yı savaşa hazırlıyorlar 29 Kasım 2024 06:45
- Kiev'deki hesap Moskova'ya uyacak mı? 22 Kasım 2024 04:30
- Bir Almanya gerçeği: İşçilere yoksulluk, CEO’lara zenginlik 15 Kasım 2024 04:12
- Trump Pandora’nın kutusunu açtı, Avrupa panikte 08 Kasım 2024 12:17
- 5 maddede ABD seçimlerinin Avrupa’ya etkileri 03 Kasım 2024 04:30