11 Kasım 2013

Muhafazakârlık tartışmasından Hüda Par-BDP tartışmasına

Altan Tan’ın BDP’yi Kürtlerin muhafazakâr tabanına uygun bir siyaset yürütmemekle eleştirmesiyle başlayan tartışmalar, BDP ve Hüda-Par arasında tırmanan gerilimle yeni bir boyuta girdi. Bu gerilim nedeniyle Batman’da BDP’li Özcan Temel’in öldürülmesi, toplumda 90’lı yıllardaki PKK-Hizbullah çatışmalarının yeniden başlayabileceği kaygısının canlanmasına yol açtı.
Peki, PKK (BDP) ile Hizbullah’ın (Hüda-Par’dan önce Mustazaf-Der) 90’lı yıllardaki çatışmalara geri dönmek istemedikleri yönündeki açıklamalarına rağmen neden bu noktaya gelindi?
Daha önceki dönemde de aralarında zaman zaman gerilim yaşanmış olsa da sorunları bu noktaya getiren süreç, 2012 sonlarında Hüda-Par’ın kurulmasıyla başladı. Hüda-Par’ın Kürt illerinde örgütlenmesini BDP’nin Müslüman Kürtleri temsil edemeyeceği söylemi üzerine kurması, yaklaşan seçimlerin ve Bölge’deki gelişmelerin oluşturduğu siyasi atmosferde gerilimin giderek tırmanmasına yol açtı. Hüda-Par, Kürtlerin “muhafazakâr tabanı”nı kazanmak için BDP’nin “Marksist” olduğu (burada Marksist vurgusunun dinsizlik anlamında kullanıldığını belirtmek gerekiyor) ve bu nedenle bütün Kürtleri temsil edemeyeceği, BDP-HDP’nin “sapkınlığı” (LGBT bireyleri) Kürtlere özgürlük olarak pazarlamaya çalıştığı gibi söylemler kullanıyor. Ötesinde Rojava’da el Nusracılar, camilerde Kürtlerin katledilmesinin ve kadınlarına tecavüz edilmesinin helal olduğu fetvaları verirken Hüda-Par, Suriye’de “Müslüman muhalifleri” desteklediği açıklamalarını yapıyordu.
Burada bir noktaya daha dikkat çekmek gerekiyor. Hizbullah’ın lider kadrosu İran’da bulunuyor ve Hüda Par’ın AKP’ye karşı İran tarafından kurdurulduğu değerlendirmeleri yapılıyordu. Ancak Hüda Par’ın Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun geçtiğimiz ay Başbakan Erdoğan ile görüşmesi ve bu partinin AKP yerine BDP’yi hedefe koymuş olması, bu beklentinin aksi yönünde bir tutuma işaret ediyor. Dolayısıyla bu tutum, Kürt hareketi içinde Hüda-Par’ın da Hizbullah gibi devlet (AKP) tarafından kullanıldığı algısının oluşmasına yol açıyor. Nihayetinde bu karşıtlık ister istemez gerilimi ve çatışmaları tetikliyor.
Hüda-Par ile BDP arasındaki bu gerilim, Kürt halkı için muhafazakarlık tartışmasının Altan Tan’ın sandığı gibi “marjinal solla ittifakın yol açtığı sorunlar” ya da “muhafazakâr tabanın kazanılması”ndan ibaret olmadığını gösterdi. Mesele ittifaklar ya da oy meselesi değildir. Yaşanan çatışma, Kürtlerin geleceğinin nerede görüldüğüne; Kürt halkı için nasıl bir toplum modeli ve yaşam istendiğine dair bir çatışmadır. Kendini Müslüman Kürtlerin partisi olarak gören Hüda Par’ın, Rojava’da sadece Kürtlerin değil Süryaniler, Ermeniler, Ezidiler, Aleviler gibi farklı etnik ve dinsel halk toplulukları da kapsayacak bir yönetim modeli oluşturmaya çalışan PYD yerine “Kürtlerin malı ve kadınları” üzerine fetva veren el Nusra’yı desteklemesinin nedeni de burada aranmalıdır. Geçmişte Mustazaf Der’in “Kimsenin namusu değiliz, namusumuz özgürlüğümüzdür” diyen Kürt özgür kadın hareketine karşı kampanya yürütmesinin de nedeni budur. Yoksa devletin dayattığı din anlayışına karşı Sünni Müslüman Kürtlerin inanç özgürlüğünü savunmak üzere ‘sivil Cuma’ eylemlerini örgütleyen de Kürt ulusal hareketidir. Ancak Kürt hareketi kadın ve erkek eşitliğine dayanan ve Kürdistan coğrafyasında yaşayan bütün halkların, inançların birlikte yaşayabileceği demokratik bir yaşam model istemektedir. Kürt halkının son 30 yıllık ulusal-demokratik mücadele sürecinde böylesi bir yaşamı kurmak yönünde önemli bir birikim yarattığı da açıktır. Hüda-Par ise, Ortadoğu’daki birçok İslamcı örgüt gibi İslami referanslara dayanan bir yaşam istemekte; Kürtlerin dindar kesimlerini bu politikaya kazanmaya çalışmaktadır.
Bitirmeden önce şunu da belirtmek gerekiyor. Kürtlerin geleceklerini nasıl kuracakları, nasıl yaşayacağı elbette bir siyasal mücadele konusudur. Ve bu konuda farklı siyasi anlayışların olması anlaşılır bir durumdur. Ancak kabul edilemez olan, bu farklılıkların halkı karşı karşıya getirecek bir noktaya vardırılmasıdır. Çünkü bu gerilim ve çatışmaların kaybedeni Kürt halkı olmaktadır.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

300 bin işçinin fazla mesaisine çöktüler

300 bin işçinin fazla mesaisine çöktüler

Müteahhide milyarlarca lira aktaran, sermayenin trilyonlarca liralık vergisini bir kalemde silen, gereksiz harcamalarını kısmayan iktidar, kamuda ‘tasarrufu’ alın terinden yapıyor. Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çalışan işçilerin fazla mesai ücretleri ve ikramiyeleri “Ödenek yok” denilerek ödenmiyor.

‘Garanti’ adı altında, yıl içinde 45 müteahhide 225 milyar lira ödenecek.

Muafiyet, istisna ve indirim yoluyla patronların 2 trilyon liralık vergisi silinecek.

‘Çerez parası’ denilen taşıt kiralama bedeli 10 milyar lirayı aşacak.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
İSİG Meclisi: 2024'te 71 çocuk çalışma koşullarının kurbanı oldu.

Evrensel'i Takip Et