18 Kasım 2013

Hamaset, şov ve laf kalabalığının örttüğü gerçek

AKP propagandasına teslim olmuş basın ve TV kanallarının keşfettikleri “keramet” bir yana bırakılırsa, Başbakan Erdoğan’ın Diyarbakır konuşması, tam da beklendiği gibi, düne dair gerçeklerin yinelendiği ve yarına dair ütopik “pembe tabloların” çizildiği ama günün asıl gerçeğini görmezden gelen süslü laf yığını olmayı aşmayan bir konuşma oldu.  
Başbakan, olup biteni gerçekçi bir çizgiden izleyenlerin beklediği gibi, bir yandan barış ve “çözüm süreci” üstüne şiirli, türkülü, barış özlemini istismar eden “hitabet” yanı (hamaset yanı demek daha doğru) “güçlü” bir konuşma yaparken, çözüm sürecini tıkayan nedenlere hiç değinmemeyi başardı!
Öyle ki Başbakan, “yeni Türkiye” dediği Türkiye’de, “Dağdakiler inecek, cezaevleri boşalacak” diyerek bir yandan sanki bir “af hazırlığı” varmış imajı uyandırırken, affı soyut bir gerçeklikle, 2023’te mi yoksa 2071’de mi gerçekleşeceği belli olmayan bir “yeni Türkiye”ye havale etti. Ama tabii propaganda olarak gazeteler, sanki yarın böyle bir “af varmış” gibi vererek, “Şimdi günü kurtaralım sonrası Allah kerim” diyen geleneklerini sürdürdüler.
Başbakanın Diyarbakır konuşması, belki 2009 martında başlayan “açılım dönemi”nde aydınlara, sanatçılara, Alevilere, Kürtlere yönelik olarak Başbakanın yaptığı, “pembe tablolar” çizen, ama somut gerçekliğe dair hiçbir şeyin söylenmediği konuşmalara çok benzeyen bir konuşma olarak değerlendirilebilir.
Başbakanın Diyarbakır konuşması da böyle; Kürtlerin geçmişte çektikleri ve bilinmez bir gelecekteki mutlu, Kürtlerle Türklerin kardeşçe yaşadığı,… bir Türkiye üstünde itiraz edilemeyecek saptamalar yapan Başbakan Erdoğan, vaatlerde bulunan ama bugün, o güzel günlere gidebilecek yolu tıkayan sorunlar konusunda hiçbir şey söylemeyen, söylemeye kalktığında da çözüme değil çözümsüzlüğe hizmet eden tutumu ifade eden bir konuşma yaparak bu gerçeklerin şov, hamaset ve laf kalabalığı ile örtülmesi geleneğini sürdürdü.
Çünkü bugün “çözüm süreci”ni tıkayan “barış isteyenlerin azlığı”, “barışın kalıcı olmasına dair taleplerin kabul görmemesi”, “halkların çoğunluğunun Türk-Kürt kardeşliği konusundaki duyarsızlığı” değildir. Tersine barış sürecinin ilerletilmesi konusunda halk ve aydın kamuoyundan destekte bir sorun yoktur. Tersine bu konuda sorun, siyasi sorumluların hamaset ve soyut vaatlerle asıl gerçeğin üstünü örtmeleridir.
Bugünün gerçeği ise; Cumhurbaşkanı ve Başbakan dahil herkesin “en büyük sorun” dediği “Kürt sorununun çözümü”nde, sorunun gerçek taraflarının bir masa etrafında meşru taraflar olarak bir araya gelmemesidir. Bu açıdan bakıldığında Başbakanın Diyarbakır ziyareti, sorunu daha da büyüten, sorunun gerçek tarafı olan Öcalan-KCK-BDP’yi yok sayarken Barzani’yi yanına alarak, Şivan Perwer-Tatlıses popülizmi üstünden Kürt halkını yedeklemeyi amaçlayan girişimle çözümün önünü açan değil önünü tıkayan yeni bir hamle olmuştur. Nitekim Başbakan, KCK-Öcalan-BDP’den ad vermeden de olsa söz ettiği bölümde ise; onları “tek partici”, “despotik” bir mihrak olarak suçlamış ve halkı bu mihraktan desteğini çekmeye çağırmıştır.
“Af” sorununa gelince; bugün Öcalan başta olmak üzere KCK tutuklularının serbest bırakılması ve legal siyaset alanında rol alması sorunun nihai çözümü bakımından temel bir talep olarak ortadadır. Ancak, bunun bile olabilirliği AKP’nin siyasi oyunlarıyla değil, doğrudan halkın ülkenin demokratikleşmesi konusunda atacağı adımlara bağlıdır. Çünkü Erdoğan’ın halisane düşüncesi, “cezaevlerini boşaltmak, dağdakileri indirmek” değil, “Diyarbakır’a en büyük ve en modern cezaevini yapmak”tır. O bunu Diyarbakır’a yaptığı bir önceki “tarihi ziyareti” sırasında Diyarbakırlılara müjdelemişti!
Bu açıdan belki de Başbakanın konuşmasındaki en gerçekçi şey onun niyetinden ve amacından bağımsız olarak Diyarbakır halkına (tüm Türkiye’nin halkına da), “Çözüm sürecine sahip çıkın!” çağrısıdır.
Eğer halk sahip çıkarsa, çözüm sürecinin önünü Erdoğan ve partisi bile kesemez!
Dağdan inilecekse, cezaevleri boşalacaksa bu da ancak halk sürece sahip çıktığı ölçüde mümkün olacaktır.
Başbakanın Diyarbakır ziyareti de bir kez daha bu gerçeği her birimize göstermiş olmalıdır.
İlla bir önem atfedilecekse bu ziyaret, “Eğer AKP’ye kalırsa bu sorun çözülmez, sadece büyür!” gerçeğinin bir kez daha görülmesini sağlaması bakımından önemli olmuştur.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Kamu işçisi hedefte

Kamu işçisi hedefte

Ücretleri baskılayan Erdoğan-Şimşek programının yeni hedefi toplu sözleşme sürecine giren 600 bin kamu işçisi. Sendikal bürokrasi eliyle işçiden kaçırılan sözleşme taslağı, iktidar medyasına sızdırıldı. “Taleplerimizi karşılamıyor” diyen işçiler öfkeli. Ekonomide, iç ve dış politikada sıkışan Saray iktidarı, toplumu yönetebilmek için yasaklara, gözaltılara ve tutuklamalarla sarılıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
'Heybeden’ her gün yeni bir soruşturma çıkıyor. Yargı sopasıyla topluma gözdağı verilmek isteniyor.

Evrensel'i Takip Et