21 Kasım 2013

Sakalımı kestirmem

Şu “kızlı erkekli meselesi”ni yazayım derken dershaneler ve “Diyarbakır düeti” çıkıverdi ortaya. Şivan’la İbo, Tayyip’le Barzani…
Meğer aşkları Arzu ile Kamber, Yusuf ile Züleyha, Kerem ile Aslı hikâyeleri gibi bir aşk hikâyesiymiş de bizim haberimiz yokmuş. Biraz koklaştılar, biraz ağlaştılar ve “Doğu meselesi” çözüldü.
Başbakan, “iki gözüm”ün kulaklarını çınlattı, şiirler okudu. Ahmet Kaya’nın kemikleri sızladı. Emine Hatun, Vezir Bülent iki gözü iki çeşme… İnandık. Darkapı’da Mardinkapı’da Suriçi’nde “mapusane çeşmesi yandan akıyor yandan” “kaleden kaleye şahin uçurdum” türküsü. Bismil’de ise Zaloğlu Rüstem, Malkoçoğlu, “Estargon Kalesi.”, “Yine de şahlanıyor aman, kolbaşının kıratı.”
Tek vatan, tek bayrak, tek dil… Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu… Seçim sandığı yemek masası, bol keseden seçim vaatleri ise oy.  Yiyecek birileri bulunur elbet.
Başbakan konuşurken üç adım ötede, sınırda silahlar patlıyor, Nusaybin’de Kürtlerin topraklarına, dillerine, ruhlarına örülen utanç duvarına yeni taşlar konuyordu.
Kızlı erkekli meselesini yazmam daha eğlenceli olabilirdi ama sıkıldım. Tazecik bir öğretmenken Anadolu’nun bir şehrinde “dört erkekli” bir evde başımıza gelenleri yazsam kitaplara sığmaz. Otuz yıl geçmiş. Merak edene ev sahibi Hacı’nın kızlarını sonra anlatırım. Şimdi yeri değil. Vali kavas, vatandaş kavat… Cahillik ve iktidarsızlık…  Halk arasında diline vurmuş mu, diyorlar? Tıp dilinde empotans. Kişi kendinde olmayanı istermiş.  
Niyetim dershaneleri yazmaktı. Başbakanın şekeri ne zaman zıplasa ya da ne zaman uçağa binse aklına dershaneler geliyor. Yükseklik korkusu desen, değil. Yüksekte olmayı seviyor.
İmanın ve insanın beş şartı varmış. İnsanın ilk şartı alçak gönüllülüktür. Diğerlerini unuttum. Erdoğan statlara, salonlara, üniversitelere kendi adını verdiriyor. Bu şartı bilen bir politika ve din erbabı neden böyle yapsın ki?
Danimarka ziyareti de bu irtifada oldu. Meclis’e türban meselesi yeterli tepkiyi görmeyince eldeki diğer gündemler fırına sürülüverdi. Yurtlar, öğrenci evleri ve dershaneler.   
Ortalığı karıştırmak için bundan iyisi Şam’da kayısı. Binlerce kızı kızanı, ana babayı, öğretmeni patronu ilgilendiren ve yıllardır temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konan bu dershaneler konusunun toplumu oyalayacağını aklı politikaya azıcık eren herkes bilir.
O Anadolu şehrinde köy bucak dolaştıktan sonra en son sürgün yerim bir dağ köyüydü. Sonra da cezalar, soruşturmalar derken soluğu İstanbul’da aldım. Otuz yıldır da dershanelerde öğretmenlik yapıyorum. Otuz yıldır da dershaneler açılıp açılıp kapanıyor.
Başbakan’ın Seul uçağında üç beş ay önce bir pişirimlik gazeteciyi bulmuşken yaptığı dershaneleri kapatacağız açıklamasına iyice inanmış ve kendimi bir yaz kasabasında balıkçılığa hazırlamış, saçı sakalı koyvermiştim.  
Yaz bitti, dershaneler kapanmadı, sakal da yadigâr kaldı. Ha bugün ha yarın kapanır diye de suya sabuna dokunmuyorum. Gerçi benim gibi iflah olmaz bir vejetaryenden nasıl balıkçı olur onu da bilmiyorum.
Kıranta Barbaros sakalım dershanelerin kapatılma tantanasından daha önemli oldu artık. Madem Pensilvanya’yla Ankara seçim, oy ve para işlerinde yavaş yavaş yumuşuyorlar olan niye sakalıma olsun ki? Kestirmem.
Erbakan’la Süleymancıların yıllar önceki kayıkçı kavgaları da buna benzemiyor muydu? İmamı müezzini İmam-Hatiplerden köylere gönderelim, diyen Erbakan’a karşı Süleymancılar, Kuran kurslarından imam yetiştirilmesini dayatıyorlardı.  İkisinin de amacı, toplumun sosyal, devingen alanlarını ele geçirmek değil miydi? Hoca Fethullah Efendi’nin cemaatinin dershane pazarlığı da bunun için.   
O ilk kapışmada bir tehlike yoktu. Çocuktum ve İskender’in tebaası gibi cascavlaktım. Bilirsiniz Büyük İskender köseydi ve Makedonya’nın erine kocasına sakal bırakmayı yasaklamıştı. Kendi özrü görünmesin diye.
İktidarın yaptığı da bu. Neleri eksikse orada yaygarayı koparıyorlar. Aşk, cinsellik, eğitim, kültür, sanat… Hak getire.  Din iman, iffet namus …  Gani gani. Ya olmasaydı! Zulümleri daha da artmaz mıydı? Dua edelim de dinden imandan çıkmasınlar.

EVRENSEL'İNMANŞETİ

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

Yoksulluk sınırı kırmızı çizgi

600 bin işçiyi kapsayan kamu toplu sözleşmesi görüşmeleri dün başladı. Ek iş yapmadan geçinemez hale gelen işçilerin temel talebi yoksulluk sınırının üzerinde ücret. Kamuda 4 ayrı kuşaktan savunma sanayi işçilerinin aktardığı deneyimler de taleplerin ancak birlik olup, mücadeleyi göze alınca kazanılabildiğini gösteriyor.

Ücretler yoksulluk sınırının üzerine çıkarılsın

Vergi kesintileri yüzde 15’le sınırlı tutulsun

İkramiye ve ek ödemeler vergi kesintisi dışında bırakılsın

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
Mardin’de kayyım 3 ayda 301 işçiyi işten attı.

Evrensel'i Takip Et