24 Kasım 2013 07:11

Hayırseverlik

Hayırseverlik

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Hayırseverlik (charity) dünyayı dönüştüren, değiştiren bir eylem biçimi olmamıştır hiçbir zaman.  İçinde isyan, yıkım, legal siyasi mücadele ya da pasif türden bir şiddet biçimi diyebileceğimiz ‘pasif direniş’ olmayan hiçbir paylaşım hareketi iktidar karşısında kısa ve ani darbeler üretememiş.  Bunu doğrularcasına eski metinlerde -en azından bir kısmında- hayırseverliğin toplumu dönüştürme yerine insanı temizleme ve Tanrı sevgisini pekiştirme işlevinden bahsediliyor.  Hem batı toplumunda hem de doğuda hayırseverliğin toplumu dönüştürme potansiyeline inanan kimi naif din adamları olduysa bile toplumsal pratikte bu tasarımlarının bir karşılığı olmamış denebilir. Dahası zaten hayırseverlik kurumunun işlemesi için yapıya ilişkin olarak dikey katmanlı bir toplum ya da marksist anlamda söylediğimizde sınıflı bir toplum gerekiyor. Gerçekte bir hayırsever kendi gücünden “verirken” iktidar tarafından kışkırtılan bir arzuyu da gerçekleştirmiş oluyor. İyi ama, hayırseverlik eski çağlarda Tanrı’nın iktidarına karşı insanın iktidarını yıpratma mekanizması olarak idealize edilirken nasıl bireyin arzusunu kışkırtacak bir hale geldi? Hayırseverlik özellikle tarihsel olarak anlamını hayırseverin Tanrı ile ilgili olan ilişkisinde bulan bir eylem. Yani aslında sadece ‘veren’ ve ‘alan’ ile ilgili değil.  En azından idealize edildiği şekliyle.

THOMAS AQUİNAS’IN HAYIRSEVERLİK SORULARI

Thomas Aquinas (Akino’lu Thomas) 13. yüzyılda kaleme alınan “Ethicus”’ adlı yapıtında hayırseverliğe epeyce soru ve cevap ile yer ayırmış.  Bu yapıtta ortaçağda batı dünyasının hayırseverlikle ilgili konularda bugün bile izini sürebileceğimiz çeşitli kalıntılarını görmek mümkün. 26. soruda “Hayırseverlik Tanrı’nın emri midir?” kısmında, Thomas Aquinas mutluluğun kaynağında hayırseverlik dostlarının ve bağışlayıcıların ortak paylaşımlarının olduğunu yazıyor.  Ancak hayırseverliğin bir öncelik ve ardıllık ilişkisi içinde düşünülmesi, hayırseverliğin ve buna ilişkin olan sevginin öncelikli prensibinin Tanrı olduğunu da vurguluyor. Yani bu öncelikli prensip başkalarına acımak, onlara yardımdan mutluluk duymak, kendi gücünü hissetmek, nefsi terbiye etmek değil. Hazdan ve güçten feragat edebilecek kadar yükselmesi beklenen Tanrı sevgisinin görünür hale gelebilmesi. Thomas Aquinas’a göre tüm ardıllar bu tek önceliğin, Tanrı sevgisinin arkasından gelmeli ya da onun içinde eriyip yok olmalı. Yine aynı Thomas Aquinas antik pagan çağlardaki yaşamın ve doğanın bütünlüğünü bir insan bedenine sığdırarak ikiye böler. İnsan der, iki şeye sahiptir: Ruh doğasına ve beden doğasına. Thomas Aquinas’ın yazılarında bu ruh-beden ikiliği Tanrı’nın varlığı ile tamamlanır ve aralarında sevgi ile açığa çıkacak bir hiyerarşi vardır. Hayırseverlikte önce Tanrı’ya sevgi duymak gerekir, sonra kendine ve en sonunda da başkalarına. İlginçtir ki bireyi dinden özgürleşme içinde konumlayan aydınlanmacılar; John Locke’un bedenin mülkiyetinin sadece kişiye ait olduğu savı ve kartezyen ekol düşünüldüğünde ruh-beden ikiliğini tıpkı iyi bir Katolik olan Thomas Aquinas gibi tarif etmiştir.

ÇAĞDAŞ HAYIRSEVERLİK: DAHA AZ DÜRÜST,  DAHA AZ RAFİNE

Çağdaş dünyada hayırseverlik bu işi tamamen bir kâr amacına dökmüş kurumların varlığıyla birlikte çift yönlü bir oluş sergilemiştir. Örneğin bugün artık Birleşik Devletler’de bir hayırseverlik endüstrisinden bahsedebiliriz. Elbette Tanrı ile kurulan ilişki sıkı dokulu bir öncelik hiyerarşisine tabi olmasa  da içten içe yerinde durmaktadır. Ancak Akino’lunun ardıl olarak adlandırdığı ikincil prensipler nefis terbiyesi ve tam tersi olan tatmin ya da arzu ile beraber en ‘erdemsiz’ olanlarıyla birlikte tamamen düz (flat) bir düzleme geçmiştir. Bu öyle bir düzlemdir ki artık kimin ne için yardım ettiği söylenmez, kurulu ekonomik sisteme olan sarsılmaz inancı pekiştirir, “kutsal” gerçekleri icra etmediği ve konuşmaya çalıştığı için yalan söyler, kepçeyle aldığının zerresini kaşıkla geri verir. Hatta vergiden muaf bir kâr getirisi bile elde eder. Bunu aydınlanma ve liberalizm ilişkisi içinde düşündüğümüzde her şey anlamını buluyor. “Herkesin gücü nispetinde, herkesten ihtiyacı kadar” ilkesine göre hareket eden komünist perspektiften bakıldığında ise tüm bu olan biten korkunçtur. Hegel diyalektiğini yapı olarak paylaşan bir ortaklaşmacılık için bile mizah konusudur. Yine de hayırseverliğin maddi boyutu toplumsal dönüşüm imkanlarını etkilemek için oldukça yetersizdir. Hayırseverlik tüm bunlara rağmen insanların sınıflı topluma, dikey katmanlı toplumsal yapıya eleştirel olan bakışı tersinden yeniden üretmelerine neden olacak bir edim olması açısından dikkat çekicidir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa