Şiddete ve çift katlı sömürüye karşı
Fotoğraf: Envato
Bu yıl, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nü; bir yandan üniversite öğrencilerine rüşvetle evliliğin dayatıldığı öte yandan “kızlı-erkeli ortak kalınan evlerin” basıldığı, “kız erkek karışık okulların ve yurtların ayrılması” için Hükümetin girişimler başlattığı koşullarda karşıladık. Kadına yönelik şiddet ise envai türden sinsi biçimleri yanında yaralamalara, kadınların katledilmesine varan biçimleriyle sürüyor.
Son bir haftadan beri kadınlar Diyarbakır’dan İstanbul’a, İzmir’den Ankara’ya ülkenin her yanında “25 Kasım” vesilesiyle bir kez daha sokaklara çıkarak en yakıcı taleplerini haykırdılar. Dahası son yıllarda kadınlar, her vesileyle taleplerini daha yüksek sesle haykırıyorlar. Öyle ki kadın mücadelesinin yarattığı baskı Hükümet, sermaye partileri, holdingler,.. gibi sistemin kuruluşları, kadınlara karşı daha hassas, kadın erkek eşitliği konusunda kendilerinin en iyi olduğunu göstermeye özen gösterir görünmek ihtiyacını duydular; gösteriş de olsa önlemler geliştirmeye koyuldular. Ancak bütün bu “önlemlere” karşın kadına karşı baskının, kaba şiddetin ve kadınlar üstündeki vahşi sömürünün azalmayıp arttığını görüyoruz.
Evet, bütün “alındı, alınıyor” denilen önlemlere karşın Türkiye, kadına karşı tacizin, tecavüzün ve kadınları katletmeye varan kaba şiddetin giderek arttığı ülkelerden birisi.
AKP Hükümetine bakarsanız Hükümet, sürekli yasalar, talimatnameler çıkarıp kadınları koruduğunu iddia ediyor. Ama, Hükümet “kadının” adını bile ağzına almak istemiyor. Tersine onun gözünde kadının, ileride bir erkekle evlenerek aile kurup, çocuk doğurup soyun sürdürülmesinin bir aracı olarak önemi vardır.
AKP Hükümetinin gözünde kadın; izlediği politikalarda da açıkça görüldüğü gibi, geleneğin göreneğin, dini referansların ikinci sınıf insanı, hatta erkekleri günaha teşvik eden “Şeytan”dır! Ki bu anlayışın biçimlendirdiği “muhafazakar aile” düşüncesinin yaygınlaşmasıyla paralel olarak kadına yönelik şiddetin artmasında şaşılacak bir yan yoktur. Nitekim yapılan araştırmalar, toplumdaki muhafazakarlık arttıkça kadına yönelik şiddetin arttığını göstermektedir.
Kadınlara yönelik saldırının artışının diğer bir boyutunu da neoliberal ekonomik politikalar oluşturmaktadır.
Teknolojik gelişmeleri kadına yönelik şiddetin bir dayanağına dönüştüren sermaye güçleri, esnek çalışmayı yaygınlaştırarak, kadını sömürü mekanizması içine çekerken aynı zamanda ev eksenli çalışma ve kısmi zamanlı çalışma üstünden kadınları evlerinden fiziki olarak da çıkarmadan sömürmenin yollarını bulmakta; bunu giderek de geliştirmektedirler. Böylece sermaye sahipleri; kreş, sigorta, kadınlara özgü haklar, personel çalıştırmanın getirdiği yüklerden kurtuldukları gibi çok daha düşük ücretlerle kadıları sömürebilmektedirler. Böylece egemenler sömürü için kadını evden çıkarma, muhafazakarlar da kadının etrafına ördükleri duvarları yükseltme ile kadının sanayide, hizmet kurumlarında çalışma arasındaki çelişkiyi de en azından görünüşte “çözmüşler”dir!
Ancak Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü vesilesiyle belirtmeliyiz ki, kadınların hak ve özgürlük mücadelesi sadece şiddete karşı bir mücadeleden ibaret değildir. “Şiddet”, can yakıcı boyutlara vardığı için öne çıkan bir unsur olmaktadır.
Şunu açıkça biliyoruz ki; burjuva ailenin çöküşü kadınlar üstündeki çift katlı sömürüyü azgınlaştırmasının yanı sıra kadına yönelik şiddeti de artırmakta, ailenin çöküşünün ortaya çıkardığı sorunlar da kadına fatura edilerek, “kutsal aile” ve “sistem” kurtarılmaya çalışılmaktadır. Bu yüzden de sisteme karşı bir mücadeleyle birleşemeyen bir kadına yönelik şiddete karşı mücadele elbette temelsiz kalacaktır.
Bu yüzden de kadınlara yönelik şiddete karşı mücadele kadınların ikinci sınıf vatandaş olmaktan çıkma mücadelesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesinin bir parçası olarak ayrıca önem kazanmıştır.
Kadınların hak ve özgürlük mücadelesi bugün, “Muhafazakarlaşmaya karşı laik ve demokratik bir toplum”, “kadının iki katlı sömürüsüne karşı, çalışma yaşamında her tür cinsiyetçi ayrıma karşı, neoliberal politikalara karşı, sömürüye karşı bir mücadele” olarak anlamlanmaktadır. Çünkü kadınların gerçekten özgürleşmesi ve eşitlik mücadelesi, özünde sisteme karşı demokratik bir Türkiye, barış içinde, sömürüsüz, baskısız bir insanlık toplumu mücadelesinin parçası olduğu ölçüde içeriğine uygun bir hatta girebilecek bir mücadeledir.
“25 Kasım” etrafında yapılan tartışmalar da bu bilincin giderek geliştiğini ve yaygınlaştığını gösteriyor.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00