26 Kasım 2013
DİĞER YAZILARI

Kadınlara Karşı Şiddete Duyarlılığı Artırma ve Bu Şiddeti Kınama “günüydü “ 25 Kasım. Bir önceki gün de çocuklarımızı, çağdaş bireyler olarak geleceğe taşımaları için emanet ettiğimiz, öğretmenlerimizin yılda bir kez olsun hatırlandıkları günlerden de biriydi. Dün, her iki gün için de çeşitli etkinlikler yapıldı. Öğretmenler için devlet büyükleri, siyasiler, bürokratlar konuştu. Kutsal, eli öpülesi meslek gibi klişe ama karın doyurmayan sözler ettiler. Ama eğitim sorununun çıkmazlarına öğretmenlerin emeklerinin yerini bulup bulmadığına bakmadı kimse. Öğretmenlerin koşullarından gördükleri maddi manevi baskılardan da hiç söz açılmadı. Kadına şiddeti kınayan, kadınların temel hak ve özgürlüklerini savunan toplantı, yürüyüş ve etkinlikler ise daha canlıydı. Genci yaşlısı ile kadınlar alanlardaydı. Çağdaşlığını yitirmemiş, emeğe saygılı erkekler de. Korku iklimine kendilerini hapsetmiş ana akım medyanın kadınların etkinliklerini görmezden gelmesine bakmayın siz. Alıştırın kendinizi. Kadınlar bilinçli, umutlu, coşkuluydular. Haklarını sonuna dek kullanma konusunda da kararlı. Bilirsiniz ki devlet politikalarımızda uzun yıllardan beri kadının adı yoktur. Giderek dinsel temele oturtulan politikalar kadını evin dört duvarına kapamayı hedefler. AKP iktidarının ve Başbakan Erdoğan’ın toplumu yeniden dizayn etme çalışmaları içinde kadını ikinci plana indirgemek önemli bir yer alır. Kadın çocuk doğurmalıdır. Kocasına itaat etmelidir. Asla hayatı irdeleyip sorgulama gibi bir girişimde bulunmamalıdır. Başörtüsü salt kadın hakkı adına verilmiş göstermelik bir ödündür. Temel hak ve özgürlükleri için mücadele verdiklerinde, Anayasa’dan kaynaklanan toplantı ve yürüyüşlere katıldıklarında o başörtülü kadınların da başlarına neler geldiğini gördük ve görmeye de devam ediyoruz. Kadına şiddeti doğuran bu bakış açısıdır. Siyasilerin nefret söylemleridir. Kadına yönelik şiddetin, adalet sistemimizde çokluk cezasızlıkla karşılık bulması erkek egemen toplum baskısından kaynaklanmıyor mu? 2011 yılından günümüze faili meçhul cinayetlerin sayısı üç kat artmış. İstatistikler böyle söylüyor. Cinayetler siyasi de olmadığına, öldürülenlerin çoğunluğunu da kadınlar, transseksüeller ve çocuklar oluşturduğuna göre toplumdaki bu hastalığa nasıl çare bulunacak. Devlet kadınını, çocuğunu, cinsel tercihi farklı olanları koruyamıyor, suçluları adalet önüne çıkaramıyorsa, güvenilirliğini nasıl kanıtlayacaktır bize? Demokratik haklarını isteyenlere biber gazı sıkarak, gazetecisini, akademisyenini, yazarını, çizerini mahkeme mahkeme, cezaevi cezaevi süründürerek mi?

Devletin politikasını oluşturan büyüklerimiz; gelin başka ülkeleri demokratikleştirme gayretlerinizi unutun da bu coğrafyada yaşam mücadelesi veren insanlarınıza, düşüncelerini ifade etme, hak arama, eşit yurttaşlık hakkına saygı gibi özgürlüklerini verin. Basını kıskacınızdan çıkarın. Çıkarın ki halklar doğru bilgilenebilsinler. Şeffaf bir demokrasinin ışığını görebilsinler.                                                                                                                                                                     

Yazımı Gülten Akın’dan bir şiirle sonlayacağım. Usta şair 5-6 yıl süren bir suskunluktan sonra “Beni Sorarsan” (YKY) adlı şiir kitabını armağan etti onu ve dizelerini özleyen okurlarına. Bu kez  yaşadığımız ortamı yansıtan bir karamsarlık sezdim ustada. Ama umudun ışığını da. İyi ki varsın Gülten Akın. İyi ki değerli sanatçılarımız, yazar ve çizerlerimiz var. Kadın erkek özgürlük ve emek bayrağını elden düşürmeden uğraş veren. Evet, iyi ki varsınız…

LEYLÂ

Sen Leylâ değilsin, diyebilir Mecnun
susar Leylâ ölümüne
sen Mecnun değilsin diyemez
çün sözden düşmüştür

nice emek nice sarp
dağlar aşmıştır
çöllerde serap fırtına
bir durmadan, solumadan
“solma solma” taşıyarak o en değerliyi
derine daha derine
söz yok nesne yok beden hiç
tin içerden sıkılır, açıklanmak ister
Leylâ köle kestiği anılardan
onu uyuşturur
Leyla sözden düşmüştür

Evrensel'i Takip Et