Kapatılsınlar mı kapatılmasınlar mı?
Fotoğraf: Envato
Başbakan Erdoğan, dershaneler etrafında patlak veren kavgada “kuşatmayı” yarmak için, “Benimle bir hesabı olan bunu 30 Mart’a ertelesin” diyor. Bu isteğini Başbakan kendi yandaşlarına, “Mücadelede geri adım atmayın!” diyen bir talimatla tamamlıyor. Yani kendisini eleştirenlere “Baltalarınızı gömün” diyor; ama kendisi gömmüyor baltayı.
Peki, AKP içinde cemaat ve onunla ittifak edenler Erdoğan’ın bu oyununa gelir mi?
Belirtiler ve kavganın geldiği boyut, gelmeyeceklerini gösteriyor. Çünkü böyle bir şey tasfiyelerine boyun eğmeleri demektir. Üstelik de kavgasız gürültüsüz!
Evet dershaneler meselesi “birkaç dershane meselesi” olmayı çoktan aşmış, AKP içindeki iktidar meselesi, AKP’nin bundan sonra nasıl gideceği meselesi olarak ilerlemektedir. Bu tespite artık, “Hayır öyle değildir” diyen pek kalmamıştır.
Ancak sorun eğer sadece bu çerçevede ele alınırsa, AKP içindeki klikler ve onun arkasındaki iç dış egemen güçler arasındaki bir çatışma olarak ele alınmakla sınırlı kalınmış olur. Ki, bu da tartışmaya katılanları ister istemez;
1- AKP içindeki klikler çatışmasında bu kliklerden birisinin arkasında yer almakla sınırlı kalmayı,
2- Dershane konusunda da ya dershaneleri kapatmak isteyen Hükümetin ya da dershane sisteminin sürmesini savunan dershane sahiplerinin yanında yer almayı getirir.
Bu çatışmanın AKP içinde iktidar mücadelesi olarak anlaşılması ve burada alınması gereken tutum bakımından, bu gazetenin okurları açısından bir sorun yoktur. Ki, sorunun bu boyutu, yakın gelecekteki seçimleri de kapsadığı, dolayısıyla çatışmanın daha çekici yanını da oluşturduğu için çeşitli yönleriyle tartışılmaktadır ve daha da tartışılacaktır elbette.
Burada tartışmanın, “dershaneler kapatılsın mı kapatılmasın mı” boyutunun Türkiye’nin demokrasi güçleri açısından ya da genel olarak bu konuda taraf olması gereken eğitimci örgütleri, öğrencileri ve eğitim çökertilerek dershanelere mahkum edilen halk kesimleri açısında bir açıklık yoktur.
Oysa onlarca yıldır “Dershaneler kapatılsın”, “Sınavsız, laik, demokratik, parasız, kaliteli, ana dilinde eğitim istiyoruz” diyenler, bu talepler için sokaklara dökülenler, sürgün edilenler, bu ülkenin ilerici güçleri, öğrencileri, eğitimcileri, emek örgütleri, dershanelerin ve mevcut eğitim sisteminin mağdur ettiği halk kesimleri, dershaneler konusunda elbette sessiz kalamaz, kalmamalıdır da.
CHP, MHP gibi partilerin kimi eğitimcilerin, kamuoyunda tanımış eğitim uzmanı kişilerin, “Hükümete muhalefet” adına dershaneleri savunur çizgiye geçmiş olmaları da kafa karışıklığını artıran bir diğer etken olmuştur.
Evet, “dershane meselesinin birkaç dershane meselesi olmadığı” anlaşılmıştır ama “dershane meselesinin birkaç dershanenin kapatılıp kapatılmaması meselesi” değil, bütün bir eğitim sistemi tartışması, Hükümetin “dindar nesiller yetiştirme ve muhafazakar toplum inşası stratejisinin bir hamlesi” olarak girilen yönelişin adımı olduğunun yeterince anlaşıldığı söylenemez.
Hükümet, eğitim ve sağlık başta olmak üzere başlıca alanlarda krizler yaratarak, sonra da bu krizleri çözme adına kendi amaçlarını topluma dayatarak ilerlemektedir.
Eğitimde 4+4+4’te, seçmeli din dersleri ve Kur’an öğretimi… gibi konularda böyle yaptı Hükümet.
Şimdi dershaneleri kapatmayı da; bir yandan AKP içinde Erdoğan muhalifi klikleri ezme vesilesine dönüştürürken, öte yandan da eğitimin müfredatının dini referanslar üstünden yenilenmesi, laik ve modern eğitimi olduğu kadarıyla bile eğitim sisteminden kovmayı amaçlayan bir hedefe yönelmiştir.
Bu yüzden Türkiye’nin demokrasi güçleri, eğitimcileri, öğrencileri ve demokratik, laik, parasız, ana dilinde nitelikli eğitim isteyen halkı;
1- Dershanelerin kapatılması; seçmeci, eleyici her tür sınavın kaldırılarak eğitimin kendi iç dinamikleri içinde öğrencinin yeteneğine göre yönlendirildiği bir sistemin oturtulması,
2- Eğitimin demokratik, laik, modern bilimin ulaştığı en ileri bilginin verildiği bir amaçla planlanmasının yanı sıra halkçı ve herkes tarafından ulaşılabilir olması esasına göre düzenlenmesi,
3- Vakıf, özel okul… adı altında eğitim alanını piyasaya açan girişimlere son verilmesi ve eğitimin devletin asli görevi ve laik, bilimsel, ana dilinde bir eğitimin (her düzeyde) her vatandaşın hakkı olduğunun anayasal güvenceye kavuşturulması,
4- Eğitimcilerin atamasında bilgi ve liyakatın esas alınması, eğitimci eksiğinin giderilmesi için gerekli önlemlerin alınması, bu alanda taşeron, sözleşmeli ve geçici eğitimci çalıştırma gibi statülere son verilmesi… gibi taleplerle eğitimin “muhafazakar toplum” planının temeli yapılmasına karşı mücadelenin, demokratik Türkiye mücadelesindeki önemi bugün çok daha anlaşılır hale gelmiştir.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00