Ne çok ikiyüzlümüz varmış!
Güney Afrika’nın 95 yaşındaki Efsanevi Lideri Nelson Mandela, insanlığa ve halkına adadığı yaşamını kaybetti.
Güney Afrika’nın siyah halkı tarafından “ulusun babası” olarak görülen Mandela, 1962’den 1990’a kadar yaşamının 27 yılını ırkçı Güney Afrika rejiminin zindanlarında geçirdi. Afrika Ulusal Konseyi Partisi Başkanı olarak ilk defa, tüm halkın katıldığı seçimlerde, 1994’te Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk devlet başkanı seçildi. Mandela iktidarıyla birlikte ırkçı-ayrımcı uygulamalar, Apartheid’a (ayırımcılığa) karşı Anti-Apartheid Hareketi ile ortadan kaldırıldı.
Mandela, Türkiye’de elbette devrimci demokrat güçler tarafından, 1960’lardan beri tanınmış, mücadelesi de yakından izlenmiştir. Bu dönem boyunca onun yaşamı ve mücadelesine dair öyküler ya da Güney Afrika’nın ırkçı rejiminin zalimane uygulamaları, Mandela’nın haksız, hukuksuz bir biçimde cezaevlerinde tutulması ve yandaşlarına yönelik baskı ve şiddet hep Türkiye’nin gündeminde olagelmiştir. Serbest kalıp devlet başkanı olmasından sonra da sıkça, onun başarı ve mücadelesi, en başta da Türkiye’nin ilericileri ve demokratları, elbette olup biteni izleyebilen halk kesimleri tarafından ilgiyle izlenmiş, Mandela’nın karşılaştığı sorunlar kendi sorunları, başarıları da kendi başarıları olarak görülegelmiş, Mandela hep saygı ve sevgiyle anılmıştır.
Dünden beri de TV kanallarında ve genel olarak da medyada Mandela’nın hayatını kaybetmesi vesilesiyle, Mandela’nın ırkçı rejime karşı nasıl bir eşitlik ve özgürlük mücadelesi verdiğini nasıl bir zulüm gördüğü, onu 27 yıl cezaevinde tutan ırkçı rejimin yöneticilerinin lanetlendiği yazılar okuyor, konuşmalar dinliyoruz.
Elbette Mandela saygıyı ve yapılan övgüleri, hatta daha fazlasını da hak ediyor.
Ancak Mandela’ya ve onun ayrımcılığa, ırkçılığa karşı mücadelesine karşı saygı duruşu gösterenlerin çok önemli bir bölümü, Türkiye’de şovenizme, ırkçılığa ve ayırımcılığa karşı eşit hak talepleri için mücadele eden, kendi kaderlerine sahip çıkmak için mücadele eden Kürtler ve onların liderleri için bırakalım saygıyı, onlara “terörist” ,”terörist başı”, “bölücü”, “hain” gibi sıfatlar takmayı başlıca işleri olarak sürdürmektedirler.
Oysa Türkiye’de bugün, halklar arasında her tür ayrıma ve eşitsizliğe karşı mücadelede Kürt halkından ve onun mücadeleci örgütlerinden Mandela’ya daha yakın olan var mıdır?
Herhalde yoktur!
Eğer ikiyüzlü olmayacaksak, Mandela’nın mücadelesi ve şahsına gösterilen saygıyı ve onun için öne sürdüğümüz istekleri bugün Kürt hareketinden ve onun liderlerinden esirgememek gerekir.
Böyle davranmamak aslında Mandela’ya da saygısızlıktır. Çünkü Mandela, böyle bir ikiyüzlülüğe alet olmamak için,1992’de kendisine verilmek istenen Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddetmişti.
Elbette Mandela, Atatürk’ün şahsına ya da fikirlerine karşı olduğu için ödülü reddetmemişti. Ama Türkiye’de Kürtlerin özgürlük mücadelesini bastırmak için girişilen baskı ve şiddete, kontrgerilla operasyonlarına tepki göstermek, Kürtlerin haklı mücadelesine dikkat çekmek için reddetmişti. Çünkü böyle bir ödülü kabul etmek, onun için ikiyüzlülük olurdu!
Bugün de Mandela’ya övgüler dizen Türkiyeli gazeteciler, politikacılar, aydın ve sanatçı kesimlerden kişiler, politik çevreler, eğer Kütlerin eşit hak ve özgürlük mücadelesini desteklemiyor, Kürt siyasetçilerin cezaevlerinde çıkarılması, dağlardan inerek siyasete katılmasının, Öcalan’ın cezaevinden çıkarılarak siyasete katılımının önündeki engellerin kaldırılmasını savunmuyorsa, yaptıkları ikiyüzlülüktür.
Ne yazık ki, Mandela’nın hayatını kaybetmesi vesilesiyle bugün medyaya yansıyanlara bakınca, “Ne çok ikiyüzlümüz varmış!” demekten kendimizi alamıyoruz.
Evrensel'i Takip Et