08 Aralık 2013 07:32

The Fall efsanesi yeniden saldırıyor!

The Fall efsanesi yeniden saldırıyor!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Popüler müzik tarihindeki en önemli ve ilginç gruplardan biridir The Fall.  1976 yılında Mancherster’da Mark E. Smith ve arkadaşları tarafından kurulan ve bugüne kadar birçok albüm yayınlayan grubun değişmeyen tek üyesi de yine Mark E. Smith’tir.  Tekrarlayan elektrik gitar rifleri, çoğunlukla tekdüze bir bas gitar, ilgi çekici olmayan bir davul , konuşma ile bağırma arasında tarif edilebilecek sözler... Müzik eleştirmeni Steve Huey’in tarifine göre karmaşık kelime oyunlarıyla dolu, sosyal gözlemlerin liriklerin biçimindeki köşelere oturduğu bir soyut şiir biçimidir Mark E. Smith’in sözleri. The Fall’u The Fall yapan da, grubun punk’ı indie’ye evrilten o eşsiz kült olma durumu da buradan çıkar zaten.
80’li yıllarla birlikte büyük plak şirketleri tarafından avlanan Punk’ın küçük bir yeraltı müziği olarak bambaşka bir karakterle indie müzikte yeniden doğması  ve Manchester Soundu’nun oluşmasında The Fall’un gerçekten de özel bir yeri vardır. Punk’ın müzikal tekdüzeliği ve tavrı yerli yerinde durur adını Albert Camus’nun 1956 yılında yayımlanan aynı adlı romanından alan The Fall’un müziğinde. Ama ilk kez sözler sofistikedir. Yeni ve ilginçtir. Ortada ne The Smiths gibi Rough Trade grupları ne Stone Roses gibi Hacienda Club grupları ne de John Peel’in, Tony Wilson’un sunduğu gruplar vardır daha. Ancak hayattan neredeyse hiçbir şey beklemeyen, asi tavırlarıyla değil de sadece zekasıyla bela çıkaran Mark E. Smith herkesi derinden etkilemiş, iş  işten geçmiştir bir kere. Iggy Pop And The Stooges , David Bowie, Velvet Underground nasıl Proto Punk ise, The Fall da bu anlamda bir çeşit Proto Indie’dir. Üstelik sadece ilk Indie gruplarını değil Punk’tan Indie’ye gidecek olan müzikal yolun içindeki hemen her kuşaktan tanınan grubu da etkilemiştir. Sonic Youth’dan, Belle And Sebastian’a, Franz Ferdinand’dan, Meat Puppets’a, Nirvana’dan, Faith No More’dan, Nick Cave’in ilk grubu olan The Birthday Party’e kadar The Fall coverları yapan, bir biçimde ona referans veren birçok grup olacaktır. Elbette The Fall’un tüm bu grupların onda biri kadar bile dinleyicisi olmamıştır. The Fall müzik endüstrisinden kısmen kurtulabilmiş ve öyle olduğu içinde kendini sürdürebilmiş  gerçek efsanelerden biridir.
90’lı yıllarda Türkiye’de ilk kez birbirinden haberdar olan Indie dinleyen kuşağın da ciddi etkilenimleri arasında bulunan The Fall, 2003 yılında İstanbul’da da bir konser vermişti. Burada Babylon’un küçük sahnesinde kahverengi deri ceketi, bol kumaş pantolonu, klasik kesim gömleğiyle sahneye çıkan, elindeki mikrofonu seyircilere vererek kendi şarkı sözü tecrübesini izleyicilerle paylaşan, sanki Yorkshire’da çoktan mahvolmuş bir sosyal kent projesinin kapanmaya yüz tutmuş bir çelik fabrikasından çıkıp gelmiş izlenimi veren Mark E. Smith müziği dışında da hem mütevazı hem de sıradan bir tavır takınmıştı. İşin ilginç yanı Mark E. Smith gerçekten de The Fall öncesinde çalışan sınıfın sınıf bilinci taşıyan bir üyesiydi. 1970’li yıllarda The Fall’u kurmadan hemen önce zaten deneyimli bir liman işçisi olarak hayatını sürdürüyordu ve daha sonra Britanya’da Sosyalist İşçİ Partisi’nin (Socialist Workers Party) kayıtlı bir üyesi oldu.

2013-THEREMAINDERER EP

Henüz yeni yayınlanan EP formatındaki The Remainderer;  Groove Box ile üretilmiş elektronik seslerle desteklenen gitar ve basın, Joy Division’dan biraz daha karmaşık hallice bir davulla örülmüş sound’u ile karşımıza çıkıyor. Mark E. Smith, The Remainderer’da daha çok içerek daha fazla sarhoş olamayacak kadar müzmin bir içicinin mucizevi bir biçimde berrak bir aklının olabileceğini kanıtlarcasına ara sıra herkes tarafından aynı anlamlarda anlaşılabilecek cümleler kurmayı ihmal etmiyor. Kısa müzikal tekrarlar iş sözlere gelince karmaşıklaşıyor. Her zamankinden daha net, açık ve budala biçimde söylenen kelimeler birbiri arkasından sıralanıyor. Ama kötü bir budalalık değil bu. Dünyayı kurtaracak cinsten, kire, pasa karşı direnci olan bir budalalık. Albümün açılışı ve mottosu sayılabilecek The Remainderer punk içinde hissi deneyimlerden nasıl söz edileceğinin metodolojisi olarak gösterilmeye aday. Köksüz, üslupsuz, doğrudan... Biraz önce söylediği ile şimdi söylediği arasındaki bağı amnezyak bir deneyimle koparan, fısıltı ve peltekleşmiş konuşmasıyla icra ettiği Amorator; belli ki biriyle dalga geçmek için yazdığı, seslerin ve sözlerin birbirine karıştığı tipik bir trip olarak kurgulanan Mister Rode Mark E. Smith’in yeni albümünde kulağa gelenlerden. Ritmik olmasına rağmen hiç de kolay dinlenebilir bir müzik değil bu. Eski Rock’n Roll klasiklerinden bir ikisi de EP’ye eklenmiş. Birbiri arkasına gelen sözlerin cümlelere dönüştüğü ve dönüşmediği iç içe geçmiş parçalardan oluşan; sembolik, ironik, hermeneutik hiçbir göndermenin içinde barınamayacağı, insanı terkedilmiş, geride bırakılmış bir boşvermişliğin ve aptallığın içine geri döndürebilecek kadar tehlikeli bir evren The Fall’un evreni.  Mark E. Smith ve ölümsüz projesi  The Remainderer ile bizlere bugün geçmişte durduğu yerden çok da farklı bir yerde durmadığını bir kez daha kanıtlıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa