Diyalog, müzakere ve barış-2
Son yazıda, Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezinin düzenlediği Barış ve Müzakere Süreciyle ilintili önemli bir toplantıdan notlar ve değerlendirmelerin ilk bölümünü sunmuştum. Şimdi, kaldığım yerden devam etmek istiyorum.
D. Zeyrek, hükümetin tam çekilme olmadığı için adımları yavaşlattık şeklindeki açıklamasının doğru bir yaklaşım olmadığını vurguladı. Ana dilde eğitimin bundan bağımsız olduğunu belirterek kanın durduğunu ama her şeyi konuşamadığımızı söyledi. Roboski ile yüzleşemediğimizi, demokratikleşme paketinin iddialı olmadığını, Andımızın kaldırılmasının olumlu olmakla birlikte Anayasadaki vatandaşlık tanımının hâlâ yerinde durduğunun altını çizdi. Ayrıca, devletin ve KCK’nin tüm yurttaşların kârlı çıkacağı bir yaklaşım sergilemediğini ve PYD’nin rakibinin Barzani olmasının sürece zarar verdiğini de ekledi.
Süreç müzakereye evrilmediği ve A. Öcalan müzakereci olarak masada gerektiği gibi yer almadığı için her şeyi konuşamadığımız doğrudur. Temel demokratik hakların bile gıdım gıdım verilmesi ve hatta bunun uğrunda verilen mücadelenin göz ardı edilerek lütuf gibi sunulmasının travmayı arttırdığını çözümü geciktirdiğini eklemeliyim.
A. Kadir Selvi, Kürt Sorununun keskin bir bıçak gibi olduğunu ve güvenlikçi politikalara teslim olarak sorunu ele almanın hep zarar verdiğini belirtti. Kürtlerin varlığını tehdit değil fakat fırsat olarak görenlerin kârlı çıkacağını vurguladı. Çözüm sürecinin tek ayak üzerinde durduğunu söyleyerek Türkiye’nin yapılandırılmasına geçilmesinin esas çözüm olacağını belirtti.
Şüphesiz yüzyıllar öncesine giden ve çok boyutlu bir sorunun çözümünün kolay olmadığı açıktır. Bu sebeple her kesimin kolaylaştırıcı olması zorunludur. Elbette çok boyutlu bir sorun tek ayaklı ve güvenlikçi anlayışla çözülemez. Çözüm, mutabakata varılan konuların net şekilde paylaşılması ve gereğinin yapılmasıyla olası hale gelecektir.
M. Sancar; süreç nereye oturuyor, gelecekte nelerle karşılaşacağız gibi sorularla başlayarak Kürt sorununun benzersiz olduğunu ve her şeyin sadece bir güç tarafından değerlendirilmesinin mümkün olamayacağını vurguladı. Kürdistan sorununun da tartışılmaya başlandığını Kürdistan’ın ve Ortadoğu’nun barış ve diplomasi yoluyla mı yoksa savaşla mı şekillendirileceğini sordu. İkinci önemli sorunun devlet mi yoksa küçük devletler mi söz konusu olacak şeklinde olduğunu vurguladı. A. Öcalan’ın cevabının barış ve diplomasi ile büyük devlet yönünde olduğunun altını çizdi. Muhataplık konusunda kimin nasıl tutum alacağının belirleyici olduğunu ve en önemli olayın Rojava olduğunu söyledi. Kürtler arasında iç diyaloğun yani iç barışın sağlanmasının gerekli olduğunu ekledi. BDP Barzani ve R. T. Erdoğan gibi iki büyük aktörün hamlesine karşılık vermiş midir ya da verecek midir ve ayrıca BDP’nin müzakere konusunda somut bir planı var mıdır diye de sorular yöneltti.
Görüldüğü üzere Rojava’nın önemi konusunda bir konsensüs vardır. Barış ve diplomasi konusunda önemli eksikliklerin olduğu çok açıktır bence de. Oysa can alıcı nokta buradadır. Yıllarca süren savaş ve onlarca ölüm sonrasında barış ve diplomasinin belirleyici olması istenen ve hatta olmazsa olmaz bir durumdur. Müzakere konusunda somut planların olması ve bunların toplumla paylaşılması sevindirici olacaktır. Bence, BDP’nin anılan hamleyi yapabilmesi bir ölçüde A. Öcalan’ın koşullarına, yasal zemine ve masada 3. tarafın varlığına bağlı olacaktır. İç dengenin önemi yadsınamaz. Görüldüğü gibi çok sayıda bilinmeyen ve denklem var ortada. Çözüm hâlâ çok yakınımızda değil gibi. Çabaların artarak sürmesinin ve atılan adımların toplumla paylaşılarak sahiplenilmesinin anahtar önemde olduğunu düşünüyorum. Her şeye rağmen Rojava’daki gelişmeler yol gösterici olacaktır bence.
Evrensel'i Takip Et