Saray, saltanat, Erdal...
Çöker elbet, çökecek. Bakmayın siz yapılan koca koca “adalet sarayları”na... Kriz sonrası her köşede pıtrak gibi biten “simit sarayları”na... Saltanat düşkünlerinin kurduğu o “sefahat” dünyası da bitecek. Dün; “böbürlenme padişahım senden büyük Allah var” diye yapılan devir teslim tezahüratları değildi bu gerçeğin habercisi. Bugün de değil.
“Üç öğün simit hesabı”yla asgari ücret saptayanlar, “yaşam tarzı”na karışmıyoruz gevezeliği arasında ortada bir “hayat” bırakmayanlar bizzat kendi sonlarını haber veriyor. Sistem, kendi mezar kazıcılarını çok iyi biliyor, tanıyor.
Ağır gündem içinde görünmeyen, gösterilmeyen, sorulmayan yanıtlanmayan sorular çok. “Ekonomi büyüyor” martavalları ile avunma devri geçti, geçiyor. Büyüyen ekonomiden, yükselen milli gelirden, bolluktan, bereketten payına “Her öğün bir kuru simit” düşenlerin soru sorma vakti... Söylendiği gibi her şey çok iyi ise, nedendir 3 öğün simit? Neden?
İnsan hayatı rakamlara sığmaz; ya ekonomi sığar mı? Milyonlar, milyarlar, dolarlar, borsalar, paranın sıcak yüzü, alacaklının soğuk yüzü... Asgari ücret belirlenirken “simit, çay” örnekleri verenler, “Bal gibi yaşanır” diyenler ile “Güzel öldüler” diyenler aynı... Aynı saltanat! Denetimsiz hale getirdikleri bütçe de, bu saltanatın “hazine”si!
İki “saray”dır; “simit saray”ı ile “adalet sarayı”dır bugünün iktidarının halka vaadi. Yüzde bir etmeyen bir avuç rantiyeye “saltanat”, bize “saray”lar... İmajı ne olursa olsun, özü değişmiyor bu lanet kapitalizmin...
Bazen “ailenin kutsallığı”na sığınıyorlar, bazen “cinselliğe dair tabular”a... Bir buçuk asır önce komünistlere “Ama siz komünistler kadınların ortaklaşalığını getirmek istiyorsunuz” diye koro halinde haykıranlar; Manifesto’nun yanıtını anlayamamış hâlâ:”Burjuva, kendi karısını salt bir üretim aracı olarak görüyor. Dolayısıyla, üretim araçları ortaklaşa kullanılmalıdır, sözünü duyar duymaz, bu ortaklaşalık kaderinin aynı şekilde kadınları da kapsamasından başka bir şey düşünemiyor”.
En yetkili ağızlardan “Kızlı erkekli öpüşen yapılar...”a kadar geldiyse söz; kadını “mal”ı olarak gören zihniyetin devamı, o kadar! Ne aşktan anlıyorlar, ne emekten... Bizim kutsal saydıklarımıza bunca düşmanlık bu yüzden. Onların “kutsal”ı paranın sahte sıcağı sadece. Paranın kaynağı da saltanat...
Aşk ve emek... Şimdi Şair Adnan Yücel’den hatırlatsak; “Aşk demişti yaşamın bütün ustaları / aşk ile sevmek bir güzelliği / ve dövüşebilmek o güzellik uğruna.” Ne anlarlar?
Sevgisizlik denizinde boğulmuş kaba bir saltanat egosu ve onun kuyruğundaki akılsızlık iklimi... Nereye kadar? İki sarayda ve semt konaklarında eğleşecek ve “Bal gibi yaşıyoruz” diyecek bir halk istiyorlar. “İnsan yerine koyduk sizi” diyorlar; hiç utanmadan söylüyorlar bunu.
13 Aralık’tı dün... Egemen Bağış’ın Erdal Eren’i andığı, 12 Eylül’le nasıl hesaplaştıklarını anlattığı twit’lerle başladık güne... Gezi’de ölenleri, Gever’de ölenleri, Roboskî’de ölenleri de 30 yıl sonraki “burjuva iktidar” iki twit’le anar geçer; öyle mi?
Yemezler! Biz Erdal’dan kalan “Bir gün elbet sizin yerinizde halkımız olacak...” diyen cümledeyiz inatla... “Saraylar saltanatlar çöker / kan susar birgün / zulüm biter. / menekşelerde açılır üstümüzde / leylaklar da güler. / bugünlerden geriye, / bir yarına gidenler kalır / bir de yarınlar için direnenler...” demişti Adnan Yücel.
“Ton farkları”yla oyalanmıyoruz o yüzden... Bir buçuk asır önce fabrikalarda, madenlerde Avrupa işçi sınıfına kan kusturan burjuvadır, bugünün iktidarı! Ölümüne çalıştıran, sadece doyacak kadar ücret veren zulüm imparatorluğudur... Biz “hayalet”iyiz inatla...
Bugün “hesaplaşıyoruz” diyenler ile; 33 yıl önce Türkiye halkına kan kusturan 12 Eylül cuntası arasındaki “ton farkı”dır sadece.
Biz, Erdal’ın sehpada “diktatörlük”e haykırdığı son sözle başlıyoruz söze...
Elbette aşkla, emekle...
Evrensel'i Takip Et