16 Aralık 2013

Barışı cemaat mi engelliyor?

Gever’deki (Yüksekova) olayların ‘paralel devlet’in provokasyonu olduğu yönünde açıklamalar yapılıyor. ‘Paralel devlet’ten kastedilenin bugün Başbakan Erdoğan ile çatışma halinde olan (AKP ile demek yanlış olur, çünkü AKP içinde de Gülenci çizgiye yakın olan isimler olduğu biliniyor) Gülen Cemaatinin devlet içindeki yapılanması olduğuna göre, şu soruyu sormak gerekiyor: Barışı Cemaat mi engelliyor?
Önce neden böylesi bir kanı oluştuğundan başlayalım. Cemaatin polis ve yargı içinde örgütlendiğini Başbakan Erdoğan bile söyledi. Buradan çıkarılan birinci sonuç şu: Binlerce Kürt siyasetçinin tutuklandığı KCK operasyonları Cemaatin işi.
İkincisi, Oslo Görüşmeleri ile ilgili. Bu görüşmelerin Cemaat tarafından basına sızdırıldığı artık herkesin malumu. Cemaatin MİT’i ve özellikle bu görüşmelerde önemli bir role sahip olan MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı hedefe koymuş olması, yine Cemaatin bu süreci baltaladığı kanısını güçlendiriyor. Çünkü bugün İmralı’da Öcalan’la sürdürülen görüşmelerin başında da Fidan bulunuyor.
Üçüncü neden olarak da Cemaatin Kürt illerindeki örgütlenmesi gösterilebilir. Cemaat Kürt illerinde okul, dershane, dernek vb. üzerinden ciddi bir örgütlenmeye sahip ve dolayısıyla her alanda Kürt hareketiyle karşı karşıya geliyor.
Biz de kanımızı peşinen söyleyelim: Ortada kesin bir şey varsa, o da barışı ‘paralel devlet’in/Cemaatin engellediği kanısının Başbakan Erdoğan’ın elini güçlendirdiğidir. Mesela Erdoğan, Gever’deki olaylarla ilgili olarak “Bunlar sürece zarar vermek isteyenlerin yaptıkları eylemler” açıklamasını yaparak sorumluluğu üzerinden atmıştı. Diyelim ki Reşit ve Veysel İşbilir’in katledilmesi provokasyondu. Peki, o zaman devletin yapması gereken bunun önüne geçmek değil mi? Oysa ikinci günkü olaylarda da halka yapılan saldırı sonucunda ağır yaralanan Bemal Tokçu, 4 gün sonra yaşamını yitirdi. Bemal’in katilleri kimler? Barış süreci bakımından bu kadar hassas bir süreçte failler neden açığa çıkartılmıyor? AKP medyasına göre failler, yabancı istihbarat servisleri ile iş birliği yapan PKK’liler! Burada aynı medyanın Gezi direnişi sürecinde de İstanbul’daki turistleri istihbaratçı yapıp provokatör yarattığını hatırlatmak gerekiyor.
Neyse, bizim barış sürecini Cemaatin/’paralel devlet’in engellediği tezine karşı tezimiz; Erdoğan ve Gülen’in bugüne kadar Kürt sorunu konusunda Kürt hareketini etkisizleştirmeye/tasfiye etmeye yönelik politikaları birlikte uyguladıkları biçimindedir.
Oslo’da ya da Roboskî Katliamı sonrasında Cemaatin MİT’i ve Fidan’ı hedefe koymasının nedeni, MİT’i ele geçirmek istemesidir. Yani burada Kürt sorununda bir ayrışmadan çok, bu sorunun söz konusu güçler arasındaki paylaşım mücadelesinde birbirine üstünlük kurmak için kullanılması durumu söz konusudur.
Tezimizin dayanaklarını sıralamak gerekirse:
Birinci olarak, KCK operasyonlarından başlayalım. Başbakan Erdoğan’ın KCK’yi “paralel devlet yapılanması” olarak gösteren ve yasal olarak buna yetkisi olmadığı halde yargıyı göreve çağıran onlarca açıklaması olduğunu hatırlatıp geçelim.
İkinci olarak, evet Oslo sürecini basına sızdıran Cemaat ama bu görüşmeleri sona erdiren kim? Öcalan’ın devlet heyetleri ile yapılan görüşmeler sonucu üç protokol hazırlandığını ve artık bir ‘Barış Konseyi’ kurulmasını beklediğini söylediği 2011 ilkyazında bu protokolleri çekmecesine kilitleyip seçim meydanlarında Bahçeli ile Öcalan’ın idamı üzerinden ip yarışı yapan kimdi? Ya seçimlerden sonra “Bölgesel liderlik” sevdasına Suriye ve Rojava’da savaş peşinde koşan?
Üçüncüsü de şu: Gülen’in ABD politikalarıyla uyumlu bir çizgide durduğu biliniyor. Mavi Marmara meselesinde de, Suriye ve Mısır’da da Erdoğan, ABD ile karşı karşıya geldiğinde Gülen; ABD’nin tarafındaydı. Peki, ülkede Kürt sorununun çözümü ile ilgili süreçte ABD’nin rolü yok mu? Mesela Cumhurbaşkanı Gül’ün ta 2009’da Kürt sorunu konusunda yaptığı “İyi şeyler olacak” açıklamasının dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’la yapılan görüşmeden sonrasına denk gelmesi rastlantı mıydı? ABD, Irak’tan çekilme sürecinin başlangıcından bu yana PKK’nin enerji politikaları için stratejik öneme sahip olan Bölge’de istikrarsızlık yaratabilecek silahlı bir güç olarak varlığından rahatsızlık duyuyor ve PKK’yi silahsızlandırmaya yönelik politikaları destekliyor. Devletin “çözüm süreci”nden anladığının da PKK’nin silahsızlandırılması olduğunu sağır sultan bile biliyor. Ama Kürt hareketinin yarattığı mücadele birikimi, Kürt halkının ulusal-demokratik talepleri karşılanmadan böylesi bir çözümün gerçekleşmesini zorlaştırıyor.
Söylenenler üzerinden ulaşacağımız sonuç, başta da söylenenden farklı değil: Barışı Cemaatin/’paralel devlet’in engellediğini söylemek, Kürt sorununda bugüne kadar çözümsüzlüğü dayatan politikaların birinci dereceden sorumlusu olan Erdoğan’ın elini güçlendirmekten başka bir işe yaramaz.
Son sözümüz de ‘paralel devlet’ söylemi ile ilgili olsun. Bu ülkede yıllarca ‘derin devlet’i tartıştık da ne oldu? ‘Derin devlet’ dediklerimiz Çiller’i, Ağar’ı, Güreş’i ile devletin ta kendisi çıkmadı mı? Egemen sınıfların/güçlerin kendi aralarındaki mücadeleden ‘derin’ ya da ‘paralel’ devlet çıkarmak; onların devletinin emekçi halk kesimlerini, ezilen ulus ve kimlikleri baskı altına almasını kolaylaştırmaktan başka neye yarar!

EVRENSEL'İNMANŞETİ

OVP masada

OVP masada

Kamu, metal ve liman başta olmak üzere toplu sözleşme ve zam sürecindeki yüz binlerce işçiye orta vadeli programda yer alan düşük zam dayatılıyor. Patron, iktidar ve sendikal bürokrasi eliyle işçilere kabulettirilmek istenen bu zehirli programa karşı işçiler, birleşmek ve insanca yaşanacak ücret talebini kazanmak için yol arıyor.

BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ
BİSAM: Açlık sınırı 22 bin 886 TL, yoksulluk sınırı 79 bin 165 TL.

Evrensel'i Takip Et