18 Aralık 2013 00:06

Tiyatro Seyirlik’in göçebelikten kurtuluşu: Ya başaramazsak

Tiyatro Seyirlik’in göçebelikten kurtuluşu: Ya başaramazsak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tiyatro Seyirlik, uzun süredir yoluna Hüseyin Avni Danyal ile “Göçebe Tiyatrocular” kervanı içinde devam etmekteydi.
Tiyatro’nun usta oyuncusu ve ekranların sevileni Hüseyin Avni Danyal, göçebelikten kurtulmak amacıyla varını yoğunu orta koymuş, Kadıköy’ün Bahariye’sinde şirin mi şirin, güzel mi güzel, ıpıl pırıl bir tiyatro salonu kurmuş.  Gişesinin önünde kuyrukların eksik olmaması hiç kuşkusuz en büyük dileğim. Danyal’ı günümüz ortamında gösterdiği bu özverili ve duyarlı davranışından ötürü kutlamak, önünde saygı ve sevgiyle eğilmekse görevim.

GÜROL TONBUL’UN REJİSİ
Danyal, kendisine ait yeni sahnesinde, İngiliz Çizgi Roman Yazarı David Tristram (1957)’ın ‘The Secret Lives of Henry and Alice’ başlıklı eserinden Sinan Gürtunca’nın çevirdiği  “Ya Başaramazsak” adlı oyunu ile sezona iddialı bir başlangıç yaptı.
Evlilik ilişkilerine mizahi bir biçimle yaklaşan, seyircisine kendi ilişkilerini sorgulatarak, düş ve gerçek arasında keyifli bir yolculuk yaptıran 2 perdelik bu komediyi Gürol Tonbul yönetmiş.
Tonbul yönetirken, Henry ve Alice gibi birbirlerine tamamen zıt, yabancı, bambaşka dünyalarda yaşayan iki karakterin etkileşiminden oluşan zor konuyu sahneye işlemiş. Kent insanının ikili ilişkilerdeki çıkmazlarına, yaşamla baş etme yöntemlerine, ihtirasa, aşkın, seksin, duyguların ve pornografinin sınırlarına varayım derken, iki saate yaydığı konuyu ister istemez, fazla derinini kurcala(ya)madan olabildiğince hızlı anlatmış. Yoğun olduğunu varsaydığım tam bir “füzyon”, bir çekirdek birleşmesi olarak tanımlanabilecek katmanları, ana başlıklarla vermeyi yeğlemiş. Metni, “blackout”larla tablolara bölmüş. Olabildiğince dinamik olan mizansen anlayışını, gerçek olanla imgesel arasında kalakalmış seyirciyi yoruma çağırarak tamamlamış.
Gürol Tonbul, biçem olarak gerçekçi tiyatro örneği sayılabilecek metin üzerinde sanırım hiç oynama gereği duymamış. Ancak, kendi biçemini de haklı olarak kullanmadan edememiş. Doğrudan doğruya ve sadece birtakım etkiler meydana getirmeyi amaçlamış. Hal böyle olunca, sahne buyruklarını özgür bırakarak işini kolaylaştırmış.
Tiyatromsuluktan titizlikle kaçınmış.  
Başarmış.

ÇEVİRİNİN BAŞARISI

Sinan Gürtunca, metni değişik derecelerde ait oldukları iki kümenin arakesitinde Türkçeye çevirmiş. Çevrilmiş metin, hem “kaynak metne” ve “kaynak kültüre”, hem de “hedef metne” ve “hedef kültüre” ait.
Sinan Gürtunca, çeviriyi yaparken sözceleme durumlarının ilişkisine dikkat etmiş. Hani Kruger, bir çevirinin mal-edinilmiş olarak kabul edilebilmesini, “kaynak metin”deki sözcelenme durumu ile çevirmenin ve “hedef söylemin” birbirlerine denk olmasına bağlıyor ya, Gürtunca, vallahi hepsini birebir başarmış.

DEKOR
Tayfun Çebi metnin öz, biçim ve teknik açılardan özelliklerini çok, ama çok iyi incelemiş.
Görselliğin yanı sıra, dramatik aksiyon ve zaman faktörünü önemsemiş. Oyuncuların oyunu ile ilgili tam anlamıyla “scénique” bir yapı düzenlemiş. Mütevazı sahne olanağı içinde, alanlar yaratmış.
Dekoruna, oyun ilerledikçe anlam kazandırmış ve oyunun bitiminde anlamını tamamlatmış.

KOSTÜM VE IŞIK  

Gene Tayfun Çebi imzalı kostüm tasarımıysa, oyunun tonunu ve stilini belirlemeye yardımcı olmakta.
Oyunun geçtiği zamanı ve mekânı göstermekte başarıya ulaşmış Çebi.
Kostümler, oyun kişilerinin doğası, hayat içindeki duruşları, kişilikleri hakkında rahatça bilgi verebiliyor.
Karakterler arasındaki ilişkiyi, ana karakterleri diğerlerinden ayıran özellikleri sergilemesi açısından da başarılı.
Hakan Özipek’in ışığına gelirsek asla kötü değil, ama kimi yerlerinin gözden geçirilmesi gerekiyor kanısındayım.
Örneğin, oyuncu ¾ oynarken ön ışıkların uzantısı oyuncunun gölgesini veriyor. Gölge, arkadaki dekora ya da perde fonuna yansıyor, bu durumda ne olduğunuysa anlayan anlıyor.

GELELİM OYUNCULARA

VE OYUNLARINA
Neyse!
Işığı fazla kurcalamadan gelelim oyunculara.  Bu oyunun bir ilginç yanı da öğretmen ve öğrencisinin aynı sahneyi paylaşmaları...
Öğretmenin öğrencisini oyun boyunca esirgeyen, sakınan gözlerle koruması, kollaması.
Öğrencinin öğretmeninin alnını pirüpak tutması...  
Benim yıllardır gözpınarlarımdan olan ve yeteneğiyle her oyununda gözpınarlarımı en azından sulandıran Ebru Saçar, Alice’i yaratıcı bir biçimde ele alarak, yaratıcı irade ve hayal gücüne giden yolu buluyor.
Bu oyun, sadece Ebru Saçar için, Ebru Saçar’ın Alice ile duygusal temasa geçişine tanık olmak için dahi izlenebilir. Saçar, Alice olarak yaratıcılığının tüm yollarını ve yöntemlerini etrafa saçıyor.
Alice’e, aklın değil duyguların, düşüncenin değil yaratıcı coşkuların yer aldığı biçim içinde bir can veriyor. Cilalanmış bir teknik değil, yeteneğini ortaya koyuyor.   

VE HÜSEYİN AVNİ DANYAL
Usta Oyuncu Hüseyin Avni Danyal ise Henry’nin içsel koşullarını yaratırken, David Tristram’ın Henry’sini genel inceleme sürecinin devamı niteliğinde ele alıyor, biriktirdiği malzemeye hayat aşılıyor.
“Hayat aşılama” aşamasında süreç derinlere, derinliklere gidiyor.
Henry dışsal olanın, zihinsel olanın dünyasından aşağı kayıyor, ruhsal yaşamınkine varıyor.
Bütün bunlar, elbette Hüseyin Avni Danyal’ın yaratıcı coşkularının yardımıyla gerçekleşiyor.
Eleştirmenin son sözü: Bu oyun izlenmeyi hak ediyor.

Yeni yılda Evrensel aboneliği hediye edin
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa