18 Aralık 2013

Rüşvet, ihale ve siyasi yargı

AKP İstanbul Milletvekili Hakan Şükür’ün istifasının yankıları henüz dinmemişken çok kapsamlı olduğu anlaşılan “Rüşvet ve İhale Operasyonu” haberi gündeme düştü. TOKİ’den belediyelere kimi büyük müteahhitlerden bakan oğullarına, bakanlık danışmanlarından belediye başkanlarına uzanan operasyonun, daha ilk verilerinden bile AKP Hükümetinin en hassas yerine yönelik olduğunu söylemek abartı olamaz. Burada abartı olmayacak diğer bir şey de operasyonun Cemaat-Erdoğan çatışmasıyla bağlantılı boyutunun da olması ise yolsuzluk operasyonuna siyasi bir karakter de kazandırdığını söylemek olacaktır.
Bu Türkiye tarihinin belki de en önemli operasyonu olacak gelişmelerle ilgili ayrıntıları, Bülent Falakaoğlu’nun analiziyle birlikte haber sayfalarımızda okuyacaksınız. Ancak şunu söyleyebiliriz ki önümüzdeki günlerde siyasetin en önemli tartışmalarından biri olacağını söylemeliyiz. Elbette Evrensel konuyu çok yönlü izleyecektir.
Bugün siyasetin en önemli sıcak gündemlerinden birisi de CHP Milletvekili Mustafa Balbay’ı tahliye ettiren Anayasa Mahkemesi kararı, tutuklu 5 Kürt milletvekillerinin tahliyesi için yetmemesi, tartışmasının tırmanarak, çözüm sürecini tehdit eden diğer gelişmelerle de birleşen karakter kazanacağı bir mücadeleye dönüşme eğilimi göstermesidir. BDP Milletvekilleri Gülser Yıldırım, İbrahim Ayhan, Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız ve Bağımsız Milletvekili Kemal Aktaş’ın serbest bırakılmaları için yaptıkları başvurularının Diyarbakır 5. ve 6. Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından reddedilmesi özel yetkili mahkemeleri ve Terörle Mücadele Yasasını yeniden gündeme getirdi.
Hiç kuşkusuz ki, Balbay’ın tahliyesinden beri artık hemen herkes, BDP’li vekillerin de tahliyesinin artık kaçınılmaz olduğunu düşünüyordu. Çünkü aksi kör gözüm parmağına Kürtlere ayrı Kürt olmayana ayrı ölçünün kullanıldığı anlamına gelirdi! Bu ise yargının taraflılığının, hukuk değil siyaseti gözettiğinin çok açık biçimde ortalığa dökülmesi anlamına gelirdi.
Ancak Diyarbakır ağır ceza mahkemeleri bir haftaya yakın bir zaman “düşündükten” sonra, kararlarını verdiler; “Kürt vekilleri tahliye etmiyoruz! Çünkü Anayasa Mahkemesinin kararı sadece Balbay için geçerlidir!”
Ancak, BDP’den CHP’ye, HDP’den MHP’ye Mecliste vekili olan partiler, bu kararları hukukla ilgisi olmayan siyasi kararlar olarak nitelediler. HDP’li dört vekil ise bir adım daha atarak, Sabahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü, Abdullah Levent Tüzel ve Sırrı Süreyya Önder Mecliste açlık grevi başlattılar.
Böylece bir kez daha görüldü ki, Özel Yetkili Mahkemeler siyasi karar veren mahkemelerdir ve bu mahkemelerden kurtulmadan yargıda adil yargılamadan söz edilemez.
Muhalefetin ve basının bu kararlara tepki göstermesi elbette önemlidir. Ancak AKP’nin Sözcüsü Hüseyin Çelik, Meclis Başkanı Cemil Çiçek Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da mahkemelerin kararlarını kabul edilmez buluyorlar.
Eğer bu açıklamalar sorumluluğu üstlerinden atmaya yönelik değilse, AKP’nin ağır toplarını yapması gereken, Terörle Mücadele Yasası ÖYM’lerin kuruluş yasasını ortadan kaldırmak için Meclisi toplanmaya çağırmaktır. Ancak AKP’nin bugüne kadarki tutumundan açıkça anlaşılmaktadır ki, AKP Hükümeti bir yandan kamuoyunda biriken tepkileri ÖYM’lere yöneltirken kendisi de bu kararların keyfini sürmektedir.
Terörle Mücadele Yasası ve bu mahkemeler kaldırılmadan ülkede yargının “normalleşmesi”nin mümkün olmayacağı ortadadır. Ve AKP Hükümeti de mahkemelerin kararlarındaki sorumluluğunu, “Yargının kararıdır yürütmeyi bağlamaz!” diye üstünden atamaz.
Sonuç olarak bugün BDP’li vekillerin tahliyelerinin reddinde de Hükümet en büyük sorumluluğu taşımaktadır. Bunların halk tarafından bilinmesi de elbette önemlidir. Ancak bütün bu gelişmeler, demokrasi mücadelesini talepler olarak alınıp geniş halk kesimlerini harekete geçiren bir mücadeleye dönüştürmediği takdirde Türkiye’nin demokrasi güçleri de kendi üstlerine düşeni yapmamış olurlar. Bunun içindir ki, elbette AKP Hükümetinin siyasi sorumluluğunu halk indinde yüzüne çarpmak bugün son derece önemlidir. Hele de yerel seçim sürecinin böylesi sıcak çatışmalarla ilerlediği ve “barış ve müzakere süreci”nin ilerlemesinin sorunlarla karşılaştığı bir dönemde, halkın gidişata müdahalesinin artması çok daha önem kazanmıştır.

Evrensel'i Takip Et