Allah\'ın gazabı!
Y kuşağı, “GTA’da polis döven kuşağa çattınız” diye duvar yazıları yazmış olabilir. Biz de; “kutu kutu pense, elmamı yerse”li oyunların hemen peşine, Cenk Koray’ın soğuk esprilerle “kutu” açtığı günlerden geliyoruz... Filipinler diktatörünün karısı İmelda Marcos’un 2700 çift ayakkabısının “büyük bir saltanat” simgesi sayıldığı günlerden... Ufkumuz dar tabii o günlerde; “kutu”ya değil, ayakkabıya bakıyoruz daha...
Oysa neler düşüyor payımıza o “kutu”lardan?
- “Kutunuzu açalım mı?”
- “Ay bilmem ki...”
- “Bir elektrikli süpürgesi vereyim? Kutu bana kalsın”.
- “Ama ya kutuda televizyon varsa?”
Kalsın, kalmasın, açsın açmasın... “Ya daha büyüğü, daha değerlisi varsa kutunun içinde?” sorusuyla şekillenen bir yarışmaydı “Tele Kutu”. İnsan evladının “daha fazla, daha fazla” hırsının esprilerle bir televizyon şovuna indirilmiş hali... “Daha fazla” için karar verip, “en azı”na razı gelmenin acısı... Erken “tamam” deyip, “büyük kutu”yu kaçırma hüznü...
Tek kanallı, siyah beyaz günlerde, “büyük kutunun, küçük kutuyu yuttuğu” bu dünya düzeninin eğlenceli bir temsili... Ve hatta; “şans”, “talih”, “kader” imanı üzerine yedirilmiş, bir “fırsatlar” komedisi... Alaya alınan insan, gülen insan!
O günleri geride bırakıp, ne ara geldik, “kurban olduğum Allah verdikçe veriyor” günlerine. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın TOKİ evlerinde ölenlerin ardından söylediği “Bizim bir suçumuz yok, Allah’ın bir gazabı” sözü aklımızda. “Bize inanın, bak samimi söylüyorum, inanın bize Allah gönderiyor parayı” sözü de...
Kutu açmaya gerek yok, bazıları için... Ölümü bize veren de; parayı onlara veren de Allah! Her iki cihanın “şanslı” kulları! “...hayrıhi ve şerrihi min Allahû Teâlâ” diyen Amentü’yü ne ara değiştirdi bunlar? Nedense şimdi polisi gönderen Allah değil, çok sevdikleri Hocaefendi! “Allah’ın gazabı” yok, fitne var, komplo var. Yersen!
Gerçi Tevfik Fikret’in Amentü’süne inanırım; ama yine de hatırlatayım “İnan bak, samimi söylüyorum, size Allah gönderiyor olabilir o polisi, savcıyı...”
“Allah’ın sopası” varsa eğer; geç bile kaldı. Antik Yunan’ın sözünü ettiği “Pandora’nın Kutusu” açılalı çok oldu insanlık için. Bütün günahlar yeryüzüne dağıldı. Binlerce yıldır başımıza gelen bütün kötülüklerin hepsi için er geç o gün gelecek.
Bizim Amentü müjdeliyor bunu: “Kollar ve boyunlar çözülecek. Ezenin yumruğu / Şangırtılı zincirlerle bağlanacak, inandım” diyor Tevfik Fikret. Bugün yaşadığımız bu mudur; değildir elbet. Henüz değil. Ama o gün de gelecek.
Sadece içine deste deste para konulan ayakkabı kutularının değil; bütün “kutu”ların hesabı sorulacak o vakit. “Karton kutular”da ailesine teslim edilen bebek ölülerinin... Depremzedeye “taş, sopa, hakaret” taşıyan “yardım kolileri”nin... “Masumiyet karinesi” açıkça ihlal edilen küçücük çocukların yarasının kanı durmadan, “terörist” diye ilan etmelerin de... Ve hatta, kanser ilacı isteyen genç kadına “sadaka” veren ellerin de...
Adalet varsa olacak!
Filipinler’de diktatör ve ayakkabı düşkünü eşi; Amerika’ya giden uçağa nasıl zor attılarsa kendilerini, öyle bir şey işte... Lafı ne kadar uzatsak, örneği ne kadar çoğaltsak, sonuç farklı çıkmıyor, çıkmaz. Hele de bunca yolsuzluk ile yoksulluk bir arada oldukça...
Amentü’müz diyor ya; “Kuşkusuz bu öldürülen yaşamı, apaydınlık / Bir yeniden doğuş izleyecektir, buna imanla inandım / Aklın, o büyük sihirbazın hüneri önünde / Yok olacak, gerçek dışı ne varsa, inandım.”
Yarın Kadıköy’de “o büyük sihirbaz”ın, aklın hünerine inananlar, bütün bu şarlatanlıklara, göz boyamalara, rant ve yalan saltanatına “dur” diyecekler.
Bir kez daha...
Hep birlikte...
Evrensel'i Takip Et