Seyirlik siyaset ve kendine ve hayata yabancılaşma
Fotoğraf: Envato
Bakan, bakan çocukları, belediye başkanı, bankacı, iş adamı ve çeşitli bürokratların karıştığı yolsuzluk soruşturması,yaşadığımız günleri dolduracak güçte etkili bir gündem maddesi oldu. Fethullah Gülen Cemaati ile AKP arasında var olduğu iddia edilen çatışma, dershaneler, İran, barış süreci, Ortadoğu’da oluşturulmaya çalışılan yeni düzen, ABD ve İsrail ile ilişkilendirilerek haber yapılmaya başlandı. Bu çatışma insanların günlük konuşmalarının merkezine oturdu; insanlar zevk alıyorlar sanki bunu izlerken. Bu çatışmayı, olağan bir durummuş gibi, demokrasiye aykırı olmayan doğal bir durummuş gibi işleyen televizyonlar, gazeteler ve çeşitli iletişim araçları çatışmaya meşruiyet kazandırdı. Açık oturumlar, tartışma programları, yazı dizileri, röportajlar medyada bu konuyu işlemeye başladılar. İnsanlar da izlemeye başladı. Heyecanlı bir macera filmi ya da dünya kupasının final maçını izler gibi…
Suçlananlar, haksız yere suçlandıklarını söylüyorlar. Bunun bir komplo olduğunda, kendilerine tuzak kurulduğunda ısrar ediyorlar. Her ne kadar komplodan, biri haksız yere suçlanma biri de ihbar yoluyla suçun ortaya çıkarılması anlamında, iki farklı anlam çıksa da, şu bir gerçek ki, kitleler bunları heyecanla seyretmeye devam ediyor.
İşlendiği iddia edilen suçun, insanlık değerlerinin, etik ilkelerin, suçun halka karşı işlenmesinin konuşulması yerine, medyayı kullanarak insan algısını yöneten kapitalist düzen tarafından yapılan rol dağılımına göre belli başlı aktörlerin birbirlerine attıkları lafların, birbirlerine kurdukları komploların, bundan kimlerin galip çıkacağının, hangi uluslararası hesaplar adına bu olayların gerçekleştiğinin, hangi aktörün arkasında hangi güçlerin olduğunun, aktörlerin hangi siyasal hesaplarla bu eylemleri gerçekleştirdiklerinin, bütün bu yaşananların arkasında aslında ne olduğunun konuşulması, üzerinde düşünülmesi gereken bir durum…
Olan bitenler sanki bir film senaryosunun parçası, sadece oy atmaktan başka bir eylem gerçekleştirmeyen kitleler de, senaryoda oluşturulan karakterler arasından bir tanesini seçerek onun tarafını tutanları oluşturuyor. Taraflardan birinin kazanmasını istiyorlar. Kendi tuttukları taraf kazanırsa mutlu olacaklar. Film de mutlu sonla bitecek hangi karakteri beğendiklerine göre, ya da mutsuz sonla…Aktörler de, başrollerde olduklarının bilincinde olarak, oynamaya ya da at koşturmaya devam ediyorlar. Kendilerini beğenenlerin varlığı sayesinde hangi suçu işlemekle itham edilirlerse edilsinler başaktörlük kendilerine verildiği için durumları garanti… İstedikleri gibi davranabilirler.
Kitleler, bu duruma dünden razı. Tıpkı bir futbol maçı ya da bir film izler gibi, taraf tutuyorlar. Olayların içinde olmamak ve uzaktan seyretmek daha zevkli... Tuttuğun takım kazanıp beğendiğin aktör siyaset ve entrika savaşında haklı çıktı mı, sevinirsin. Bu da sana yeter… Kendini yönetmekmiş, demokrasiymiş, insan haklarıymış, adaletmiş, eşitlikmiş, özgürlükmüş, bütün bunlar gerçek olamayacak kadar belirsiz kavramlar… Belki de siyasetçilerin, yeri geldiğinde rakipleri olarak ilan ettikleri kişilere, kurumlara, çeşitli toplum kesimlerine daha sert ve acımasız davranmalarının sebebi de budur. Nasıl olsa taraftarları tarafından alkışlanacaklar… Dolayısıyla taraftar oluşturmak üzerine seçim kampanyanı kurdun mu, kazanman garanti. Yeni dünya düzeninin eski sahiplerinin siyaset yapma şekli artık budur. Bunun için de gerekli olan bol sermaye, medya ve iletişimin kontrolü, enerji kaynakları ve özel güvenlik birimleri… Ve tabii ki kendileri adına iş yapacak olan, adlarına siyasetçi denilen iş takipçileri. Bunları da besledin mi, düzen kurulmuş demektir.
Kitlelerin taraf tutarak seyretme merakı çok kullanışlı bir özellik. Bu seyretme merakı sayesinde aktörler meşruiyet kazanıyorlar. Seyretme merakının yansıması olarak alınan oyları meşruiyetlerinin kaynağı olarak kullanıyorlar. Öte yandan, seyretme merakı, hastalıklı bir özellik aslında… Seyretmeye razı olmuş kitleler, yeri geldiğinde adaletsizliklerden, özgürlüklerinin kısıtlandığından, demokrasinin işlemediğinden, yolsuzluklardan, haklarının yenildiğinden, emeklerinin karşılığını alamadıklarından, bankalara olan borçlarından, varlıklarının ellerinden alındığından, çocuklarını istedikleri gibi okutamadıklarından, evlerine bir kilogram et bile alamadıklarından şikâyetçi oluyorlar.
Bir tür yabancılaşma gibi… Kitleler, halklar, yaşamlarına etki eden dinamiklerden şikâyetçi olurken o dinamikleri, aktörlerine hayran oldukları bir filmi seyreder gibi ya da oyuncularına taptıkları bir final maçını izler gibi izlerken kendi yaşamları üzerinde söz söyleme haklarını kaybettiklerinin farkına bile varmıyorlar. Kendi yaşamlarına da yabancılaşıyorlar. Yetmez mi bu kadar seyretmek? Başaktör olduğunu sandığımız kişileri senaryodan silmenin sırası değil mi artık? Kendini gerçek anlamda yönetmenin zamanı gelmedi mi artık?
- Eğitimde reform… Kim için ve ne için? 15 Ekim 2016 00:26
- İhtisaslaşmış kölelik 17 Eylül 2016 00:11
- Meslek liselerinin devri? 10 Eylül 2016 00:56
- Mültecilik, kölelik midir? 03 Eylül 2016 00:54
- Özgürlük, adaletten başka bir şey değildir 06 Ağustos 2016 00:51
- İnsan olmak, demokrasi ve yabancılaşma 30 Temmuz 2016 01:00
- Demokrasi eğitimi ve demokrasinin neresindeyiz? 23 Temmuz 2016 00:51
- Vatandaş mı, yandaş mı, düşman mı? yoksa insan mı? 16 Temmuz 2016 00:51
- Yabancı öğretmen yetiştirme düzeni 09 Temmuz 2016 01:00
- Performans kaygısı 02 Temmuz 2016 01:00
- Maarif Vakfı Kanunu 25 Haziran 2016 00:51
- Başka bir seçenek hakkı için: ‘Yeter Artık’ 18 Haziran 2016 00:13