25 Aralık 2013 00:12

Ayakkabbı kutusundan fırlayan

Ayakkabbı kutusundan fırlayan

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Orada mahallesini, burada deresini, şurada sinemasını, diğer yanda parkını, ağacını talandan ve yağmadan korumaya çalışanların, yaşam alanlarının daralmasına isyan edenlerin ayrı ayrı süren mücadelesinin, birleşme eğilimine girmesinde, musibetin ortak kaynağından sızan irinin artık kapatılamaz hale gelmesi kadar, sistemsiz bir direnişin güçlendirmediğinin görülmesi de var. İlkel bir sermaye birikimi yaratabilmek için köklerini kırın, kentin, metropolün toprağında olabildiğince derine gömmeye, sudan havaya kadar her şeyi kâr getirecek bir nesneye dönüştürmeye çalışan gelmiş geçmiş en gözü doymaz Hükümete, bu mücadeleyi birleştirebildiği için teşekkür etmek gerekiyor! O olmasaydı pazar günü on binler Kadıköy mitingine akmazdı. O olmasaydı Gezi, sökülen ağaçların dibinde birleşik bir mücadelenin mayasını atmazdı.
Gezi evet, kentin kullanım ve denetim hakkını talep eden, kendimizi de kentimizi de biz yönetmek istiyoruz diyen yurttaşların çığlığıydı, pazar günkü miting ise kent hakkının, artık siyasal bir talep olarak hak mücadeleleri defteri kebirine nakşedilmesini isteyen hemşehrilerin sokağa çıktığı, Türkiye için yeni, yepyeni bir beyan olarak okunabilir.
Yolsuzluk soruşturmasından sızanların da zaten bildiğimizi bir kez daha kanıtladığına göre, kent toprağından, tarihinden ve silüetinden elde edilen rantı hiçbir hukuki bağlamın engelleyemeyeceği bir düzen çoktan oluşturuldu. Ali Ağaoğlu’nun telefon konuşmalarından öğreniyoruz ki Bakırköy Fildamı’nda inşaat iznini müteahhit, belediye mevzuatına takılmasına rağmen Başbakanın bizzat kendisinden almış. Bu alanın altında ise İstanbul’un Bizans tarihinden kalanlar var. “Her yerde metro her yere metro” inşaatı sırasında çıkan tarihi eserler ise el altından okutulmuş. TOKİ ve bağlı firmaların arsaya dönüştürüp el koyduğu araziler için onay verenler bizzat Hükümetin bakan babaları; aracılar da babaların oğulları. Toprağı sıksan Reza Zarrab’ın ve kankası bankacılar ile bakanların, külçelenmesinde katkısı olduğu altınları fışkırıyor her yandan. Rantsal dönüşümün yaratıp palazlandırdığı oligarkın akraba, eş-dost ve yandaş çevresinden oluşan sınıf son derece pervasız bir biçimde kentin altını üstüne getirdi yıllardır.
Başbakan hiç durmadan konuşuyor, hiç durmadan kendisine komplo yapıldığını, yolsuzluğun ortaya çıkarılmasında dış güçlerin rolü olduğunu söylüyor. Ona sorulacak “hırsızın hiç mi suçu yok” türünden soruların veya dış güç komplosu tartışmalarının veya paralel devlet muhabbetinin hiçbir anlamı da yok artık. Bunlar defalarca soruldu; devletin bağırsakları boşaldıkça çıkan ifrazatın analizini de HES, Bergama, Hasankeyf, Alleonai, Munzur, Gezi direnişçileri çoktan yapmışlardı. Halk aslında çoktan kendi mevzisini almıştı.
Yaşam alanları kavramını içkiye, eğlenceye, sekse indirgeyip kimsenin yaşam alanlarına karışmıyoruz diye yemin billah etmesine rağmen Başbakan’ın, bunlara da karışıyor olması bir yana, Hükümetin on küsur yıllık iktidarı boyunca insanların nefes aldığı her yerde, rant uğruna, yaşamı dar ettiği bu kadar açık anlaşılmamıştı. Mahallemiz bizim, sokağımız bizim, kent bizim, su bizim, hava bizim, okul bizim, kaderimizi biz yazarız diyen insan sayısının giderek artması ve bir kent bilincinin oluşması da bu kadar baskının ürünüdür elbette.
Halkın hayatından çalınanlardan yığılan rant, ayakkabı kutularına tıkıldıkça bu söz ve talep kendini büyüttü. Rant bir şehri birleştirmeyi başardı. Soygun ve yolsuzluk bir araya gelmekte zorlananları bir araya getirdi.
Bu tesadüfi bir şey değildir. Gezi direnişinde söylenmişti; “Mesele üç beş ağaç” değildir. Mesele mahallelerden devlete kadar kendi kendini yönetmek isteyen halkın kentte söz sahibi olmak, kent bizimdir diyebilmek için büyük harfle yazdığı taleptir. Bu talep doğrultusunda her şeyin, halk için, halk yararına değişmesi gerektiğinin farkında olduğumuz bir eşikteyiz. Ve halk bunu yapabilir.
Pazar mitinginin söylediği şey budur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa