Anaların ahı devrimci bir eylemdir
Homeros, 2 bin yıl önce söylemiş, “Babalar oğullarını gömmemeli.” Anneler de elbet... Kabul ölüme çare yok. 40’ı çıkmamış Ayaz’ın ölümüne de mi yoktu? Madende, tersanede ölen işçilere de mi? 1.5 milyon liraya polis koruması “satın alamadıkları” için her gün üçer beşer öldürülen kadınları da mı yaşatamazdık?
Bu “kader” dediğiniz, sadece bize mi? Birilerinin “vadeli-vadesiz” hesapları şişerken, biz “vadesi dolmuş” deyip tevekküle mi sığınacağız? Allah bir tek bizim çocuklara, bizim gençlere mi “takdir” ediyor ölümü? Para yağarken “Kurban olduğum Allah verdikçe veriyor” diyorlar da, “küçücük acılar” neden “dış güçlerin komplosu” oluyor.
Geçin efendim bir kalemde... “kader” diyemediğinizde, yani ölüm bizzat sizden geldiğinde öleni suçlayan da siz değil misiniz? Bir tek “başsağlığı”, bir tek “üzgünüz” sözü duyduk mu, Ali İsmail için, Medeni için, Uğur Kaymaz için, Ceylan için, Roboskî için...
Ne 1 Mayıs’ta daha ölümle pençeleşirken “terörist” ilan ettiğiniz Dilan’a, ne hâlâ ölümle pençeleşen B.E'ye tek damla gözyaşı döktünüz mü? Sizin fişeklerinizle yaralandı bu çocuklar, bir kez olsun ziyaret ettiniz mi?
Hadi onları da geçtik, saygı duydunuz mu acılarına ailelerin... Gözyaşları üstüne biber gazı sıkmaktan, ailelerde yeni yaralar açmaktan kaçınmadınız hiç.
Ve şimdi biz, Ayaz’a değil size ağlayacağız, üzüleceğiz öyle mi? Henüz gerçek bir acıyla tanışmamışken hiçbiriniz. Öyle mi?
Acun’un şovundaki “mağdur eş”lerle ağlama şovları yaparsınız ancak. Birbirinin acısına bile gerçekten üzülmeyen vicdanlar, ancak kamera karşısında ağlar. “Büyük usta”nız dahil. “Hocaefendi”niz hariç değil.
Üç beş tutuklama, “paşalar” gibi yatacakları cezaevi günleri “acı” sayılmaz. Asıl büyük acınız, “tatlı parayı, iktidar gücünü yitirme” korkusu. Siz bu yola “kefenlerinizi giyip” çıkmış olun hadi; kefenin cebi yok oysa. Nedir bu para sevdası?
Siz propaganda için kahkahalar arasında kefen şovları yaparken, gencecik evlatlarını kefene sardı bu halk. Zerre üzüntü duymadınız.
Valileriniz Kürt çocukları için “Suç işleyen çocukların ailelerinden alınması”nı isteyeli ne kadar oldu? Çocukların genlerinden tespit edip “Yılanın başını küçükken ezelim” diyen uzmanlarınız nerede?
Kendi evlatlarına bile acımayıp “suç çarkı”nın ortasına atanlar; bu halkın evlatlarına üzülür mü hiç? “Masumiyet karinesi” derken sadece ve sadece kendinizi düşündüğünüzü anlamıyor muyuz biz?
Hâlâ ekranlarda “Ekonomi bilmem kaç kat büyüdüğü için faiz lobisi kumpas kuruyor” diye laf ebeliği yapanlar, tonlarla dağılan kömürlerden neden bir torba da Ayaz’ın payına düşmedi, onun hesabını versin. Hepiniz büyürken niye bu kadar işsiz, niye bu kadar yoksul, niye bu kadar adaletsizlik var, deyiverin hele...
40’ı çıkana kadar melekler korur ya hani bebekleri; söyleyiverin hele bunca sefahat içinde kırık camlı evi melekler de mi unuttu? “Güzel öldüler”, “Allah’ın takdiri” mi diyeceksiniz?
Bedduayı, laneti falan bilmeyiz pek. “Vaiz”le kapışmadan medet umar hiç değiliz. “Dinde beddua var mı, yok mu?” tartışmasını “ulema”ya bırakalım. Atalar demiş, “Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste”. “Güzel öldüler”i de, hasta kıza dilenci muamelesi yapılmasını da yazın kenara...
Eğer adalet terazisi varsa, bir kenara yitirdiklerimizin ardından dökülen gözyaşlarını koyun, diğer tarafa ekranlarda dökülen gözyaşlarını. Bir okka çekmez. O bitmez mağduriyetlerinizin toplam acısı... Bu kirli sefahatin sonu “Allah’ın evinize saldığı ateşler”den değil, Ayaz’ın evine düşen dondurucu soğuktan olacak. “Anaların ahı” da devrimci bir eylemdir çünkü. İşi tanrıya falan da havale etmez. Ayaz’ın da, her gün çekilen o “ah”ların da “soruşturma”sı henüz başlamadı. Ama, divana da kalmaz.
Evrensel'i Takip Et