27 Aralık 2013 00:35

Bundan sonrasını, sürece halk müdahalesi belirleyecek

Bundan sonrasını, sürece halk müdahalesi belirleyecek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Rüşvet ve yolsuzluk rezaleti patlak verdiğinde “Bakanlarımı yedirmem” diye diklenerek “topyekun bir savunma” çizgisi tutan Başbakan Erdoğan’ın, aradan geçen sekiz günden sonra hakkında fezleke düzenlenen dört bakandan üçünün kellesini vererek, Hükümeti ve kendisini kurtarma girişimi geri tepti. İstifası istenen ve istifa sonrasında “Başbakanı rahatlatacak bir deklarasyon” yayımlaması istenen bakanlardan Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın, “Mademki benim istifam isteniyor, o zaman benim istifamın gerekçesi olan dosyaların altında imzası bulunan Başbakan da istifa etsin” demesiyle tartışma, suçlanan bakanların istifasını aşarak Başbakan ve Hükümetinin istifasının tartışıldığı bir boyuta taşındı.
Ancak hakkında fezleke bulunan dört bakandan üçü istifa etti (ettirildi) ama bu bakanlardan Egemen Bağış istifa etmedi. Başbakan ona “yeni kabinesinde” yer vermemekle yetindi. Ancak aynı gün Bağış ile ilgili, evrensel’de, “adam kayırma”, “görev suistimali” ve “yolsuzluk”ları kapsayan belgeler de yayımlandı.
Bütün bu gelişmeler olurken, çok önemli makamlarda bulunan, içinde Başbakanın çocuklarının da bulunduğu 42 kişi hakkında yeni bir “yolsuzluk” ve “el Kaide’ye yardım” iddialarının yer aldığı bir soruşturma başlatıldığı, ancak bu kişilerin gözaltına alınması için harekete geçmesi istenen polislerin savcıların talimatına uymadığı haberleri de ortalığa düştü. Dahası Ankara’da TCDD hakkında da birçok ihale için geniş kapsamlı bir “ihaleye fesat karıştırma” ve yolsuzluk soruşturması başlatıldığı haberleri ile siyasi gündemdeki çalkantıya yeni bir boyut eklendi.
Ancak bu haberlerin yayılmasıyla birlikte Ankara, İstanbul, İzmir ve diğer bazı büyük kentlerde sokağa çıkan kalabalıklar “Hükümet istifa” sloganlarıyla gösterilere başladı.
Bu hengame içinde Başbakan Erdoğan kabine değişikliğini Cumhurbaşkanına onaylattı. 10 bakan değişti. Ama daha ilk andan itibaren bu kabineye, “savaş kabinesi”, “mutlak itaat kabinesi” denmeye başlandı. Çünkü kabineye yeni giren bakanların tek özelliğinin, “Başbakana bağlılık” olduğu belirtiliyor.

ERDOĞAN’IN SAVUNMA HATTI ÇÖKTÜ
Konuyla ilgili gelişmelere yakından bakıldığında şu açıkça anlaşılıyor ki; Başbakan Erdoğan ve “kurmayları”, rüşvet ve yolsuzluk skandalı ortaya çıkınca, “en iyi savunma saldırıdır” stratejisini benimseyerek,
1) Hiçbir bakanı kurban vermemeyi,
2) Cemaati, İsrail ve ABD’nin de içinde olduğu dış güçlerin, millet tarafından seçilen meclis ve Hükümete karşı komplosunun taşeronu tetikçisi, iş birlikçisi, devlet içinde paralel örgütlenerek, adliye ve emniyet içinde çeteleşen bir şer güç ilan etmeyi,
3) Bu büyük operasyonda açığa çıkan kara para aklamalarında Halk Bankası Genel Müdürünün varlığını değerlendirerek, bakanları ve oğulları başta olmak üzere kara para aklama ve rüşvet alıp vermekle suçlanan diğer kişileri, “Milli bir bankayı ABD ve İsrail’in istekleri doğrultusunda çökertme” girişiminin kurbanları, mağdurları gibi göstermeyi esas alan bir “savunma hattı” kurmuştur.
Ancak önceki gün Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın “O zaman Başbakan da istifa etsin. Çünkü benim istifama gerekçe gösterilen dosyalarda Başbakanın da imzası var” demesiyle bu savunma hattı çökmüş, Başbakan bizzat kendi bakanı tarafından “suç ortağı” olarak gösterilmiştir.
Bu yüzden de şimdi üç-dört bakanın istifası elde kalırken “Hükümetin istifası” tartışmanın merkezine oturmuştur. Nitekim, önceki gün sokağa çıkmaya başlayan halk kesimleri de “Hükümetin istifasını” başlıca talep olarak öne çıkarmıştır.
Ancak Bakanlar Kurulunu yenileyen Başbakan Erdoğan, hemen sonra yaptığı konuşmada, bu “çökmüş taktikte” ısrar edeceğini göstermiştir. Yandaş basın da bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa eden Erdoğan Bayraktar’ı istifasının üstünden birkaç saat geçmeden dış güçlerin “Hükümete karşı komplosunun içerideki uzantısı” ilan etmiştir.
Bu da çatışmanın daha da sertleşeceğini, Hükümetin devlet olma yetkisini kullanarak soruşturmaları bastırmaya çalışırken, kirli çamaşırların sokağa atılmaya da devam edeceğini göstermektedir.

BU HÜKÜMETİN YOLSUZLUKLARIN ÜSTÜNE GİDEMEYECEĞİ ANLAŞILMIŞTIR
Böylece bu Hükümet işbaşında olduğu sürece, Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet skandalının açığa çıkarılamayacağı anlaşılmıştır. Çünkü Başbakan, Hükümet ve AKP adına konuşan kişiler, “Elbette yolsuzluk varsa üstüne gidilir. Kimse bundan endişe etmesin” diye kamuoyunu yatıştırmaya yönelik sözler söylese de yaptıkları tam tersi doğrultudadır.
Nitekim;
1) Operasyonun hemen ertesinden başlayarak dört yüz emniyet müdürü, amiri ve başkomiserin görev yerlerinin değiştirilmesi, bu görev değişikliklerinin istifa emek zorunda kalan İçişleri Bakanı ve artık “O da istifa etisin” denilen Başbakan tarafından yapılması,
2) Bu tür savcılığın emrinde operasyon yürüten emniyet görevlilerinin ve savcıların “gizli yürütülmesi gereken” operasyon hakkında amirlerine bilgi verme zorunluluğunun getirilmesi, böylece bu türden Hükümete yakın kişilerin yolsuzluk, rüşvet öteki türden suçlarının gizlenerek ortadan kaldırılması,
3) Emniyet ve yargı arasında krize yol açan ikinci dalga rüşvet ve yolsuzluk dosyasının, TMK Savcısı Muammer Akkaş’tan alınması,
4) Gazetecilerin emniyet binalarına girerek haber toplamalarının yasaklanması, kamuoyunda bu Hükümetin asıl amacının yolsuzluğun, rüşvet ve kara para skandalının üstünü örtmek olduğu duygusunu ve düşüncesini güçlendirmiştir.

OPERASYON ‘ÇÖZÜM SÜRECİNE’ YÖNELİK BİR DARBE Mİ?
Diğer savunma dayanaklarının hızla çöktüğünü fark eden Başbakan son günlerde giderek daha çok bu operasyonun “çözüm sürecine bir darbe” olduğunu iddia etmeyi öne çıkarmaktadır. Burada da dayanağı Gülen Cemaatinin Kürt sorununun barışçıl çözüm girişimlerine karşı çıkan kimi demeçleri ve Cemaat basınında çözüm girişimlerine karşı çıkan tutumdur.
Bu elbette, skandalın üstünü örtme amaçlıdır. Ama bu örtmeye Kürt siyasi güçleri ve barışçıl çözüm yanlısı Türkiye’nin demokrasi güçlerinin de katılması istenmektedir. Bu büyük yolsuzluk skandalı karşısında “Bu pislik temizlenmeli” tutumunda tereddüt yaratma, en azından bir bölünme yaratarak kendine yeni bir destek sağlama girişimidir. Bunu Gezi direnişi sırasında da yapmıştır Başbakan.
Ancak Gezi direnişinde tutmayan demagojinin bu sefer de tutmayacağını söylemeliyiz. Çünkü artık herkes biliyor ki “çözüm süreci”, ortalıkta “Öcalan’ı niye asmadınız? Biz olsak asardık” diyen Bahçeli’yle “idam” yarışına giren, “dağlarda tek bir terörist kalmayıncaya kadar savaşı sürdüreceğiz” diye meydanları gümbürdeten Erdoğan’ın, 2013 yılı başında bir gün hidayete erip, “Şu Kürt sorununu barışçıl yolla çözeyim” diye kendisini ortaya atmasıyla başlamadı! Tersine, “çözüm süreci”, Kürt halkı ve siyasi güçlerinin her tür şiddet ve baskıya, envai çeşit savaş yöntemlerine karşın boyun eğmeyen bir mücadele sürdürme kararlılığının sonucu olarak ortaya çıkıp ilerledi; ne kadar ilerlediyse! Erdoğan, böyle bir sürece razı olmak zorunda kaldı. Dolayısıyla, “Erdoğan Hükümeti bir biçimde çekilmek zorunda kalırsa çözüm süreci de biter” denemez. Bu Erdoğan’ın uydurup propagandasını yaptığı bir “efsane”dir.
Dahası bugün gelinen yerde Hükümet çekilse bile yerine kim gelirse gelsin, süreci geri çevirecek bir yönelişe giremez; girerse de sonunun Erdoğan’dan kötü olacağını bilir.
Ve yine son yıllarda yaşananlardan da biliyoruz ki, çözüm sürecinin ileriye doğru evriminin tek garantisi de bir adım ileri atarken iki adım geri atmak için yeni manevralar yapan Erdoğan Hükümeti değil başta Kürt halkı olmak üzere Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesini veren güçlerdir.
Son yıllarda bu daha da iyi anlaşılmıştır. Onun içindir ki Hükümetin bu demagojisinin de tutmayacağını şimdiden söylemeliyiz. Hele de Gezi direnişinden sonra. Ki böyle, daha altı ay önce çürütülmüş bir yalana Erdoğan’ın yeniden sarılması, Hükümetin ne kadar çaresiz olduğunu gösterir.

BU PİSLİĞİ ANCAK HALK TEMİZLER

Bu son operasyon Hükümetin etrafında oluşan yolsuzluk, rüşvet, kara para, adam kayırma, kadrolaşma,… lağımını patlatmıştır. Lağımı patlatanlar sonuçta daha düne kadar aynı lağımdan beslenen güçlerdir. Bu gelişmelerin başından beri Evrensel, “Bu pisliği halk temizler” diyerek halkı, işçileri, sendikaları, emek örgütlerini ve her türden halk örgütlenmelerini, gidişata müdahale etmeye çağırmakta; rüşvetin ve yolsuzluğun her kademeden sorumlularının açığa çıkarılmasını istemektedir. Bu bir yandan rüşvet ve yolsuzluk skandalının faillerinin açığa çıkarılmasının öte yandan da halkın demokrasi mücadelesinin ilerlemesinin arzusudur. Halkın mevcut sömürü ve zulüm düzeniyle bu yolsuzluk ve rüşvetin kopmaz bağlarını anlayıp bit tutum ortaya koyması çok önemlidir. Önceki güden beri çeşitli halk kesimlerinin “Hükümet istifa” diyerek alanlara çıkmaya başlaması kuşkusuz ki sürecin ilerlemesi için yeni ve son derece önemli bir imkandır. Bu sürecin ilerletilmesi, halk mücadelesini giderek genişleyerek politikaya müdahale eder bir düzeye yükselebilmesi, politik gidişata yön veren bir mevziye girmesi de en başta Türkiye’nin ilerici, demokrat güçlerine, her türden emek ve halk örgütlerine düşmektedir. Halk için en önemli kazanım da bu olacaktır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa