\'Yeni yıl\', \'yeni pabuç\', eski umutlar
Yeni yıl geliyor . Nereden, nasıl bilmem ama çocukların biraz daha büyüyecekleri, büyüklerin umutlarının gerçekleşmesini umdukları bir üç yüz altmış beş gün daha başlayacak.
Yılın ilk günü nasıl geçerse bütün yıl öyle geçermiş inancıyla 31 Aralık gecesi sabahlayanlar yılın ilk gününe biraz sarhoş ya da mahmur, biraz baş ağrısıyla suratsız başlayacaklar. Öğretmenler hayat bilgisi dersinde “Yılbaşını nasıl geçirdik/ geçiririz” ünitesi işleyecekler mi bilmiyorum. Ama Kadımehmet İlkokulunda bir arkadaşımızın “tatlı kabak pişiririz” yanıtına gülmenin acısını yeniden duyacağım ben. Dergi resimlerinin aldatıcılığına inanmayan gerçekçi bir arkadaşımızdı o. Kimsenin dergilerin yazdığı biçimde yılbaşı geçirmediğini hepimiz biliyor ama söyleyemiyorduk.
Doğrusunu söylemek gerekirse yeni yıllar hep yeni pabuçlara benzer, ya sıkar ayağımı ya arkası vurur. Bir türlü rahat edemem. Tam “alıştım” dediğimde bir de bakarım ki eskimiş de yırtılmaya bile başlamış.
Bilin bakalım eskimek bilmeyen ya da eskimeyen en değerli varlığımız nedir?
Duyuyorum , duyuyorum... yaşamak diyorsunuz. Doğru yaşamamız bir düziyelik kazansa bile eskimez. Bir güneş ışığı, bir gökkuşağı tazeleyiverir soluk almanın sevincini. Aslında eskimeyen insanın umutlarıdır. Daha güzel bir dünyaya ulaşmanın umudu eskimez. Çocuklarının olsun daha iyi yaşayacağına inanır insan oğlu.(Oğul sözünü soy sop anlamında kullanıyorum. Arının oğul vermesi gibi. Erkek cinsinden çocuk anlamında değil). Bakmayın eskiler “gün günden daha kötü gelir” ya da , “kötü gün” anlamında “yövmül beter” derler ya... Ben “kara gün kararıp kalmaz” diyenlerdenim.
Bilmem size çocukluğunuzda bu masalı anlattılar mı? Birbirine yardım etmeyi sevmeyen paylaşmayı bilmeyen bir köye düşmüş yolu bir bilgenin. Köyün kahvesine yan gelip “yahu hep bir arada bir çorba içseniz, dertleşseniz” demiş. Köylüler bir ağızdan “aman bu işe ayıracak fazla malımız yok” diye ağlaşmışlar. Bilge “Ben sizden sadece bir kazan istiyorum” demiş, “bir de kazana dolduracak kadar su. Bende çorba taşı var”. Köylüler rahat bir nefes almışlar. Biri koşup kocaman bir kazan getirmiş. Öteki su taşımış kazana. Kalanlar da elbirliğiyle koca bir ateş yakmışlar.
Bilge cebinden alacabulaca bir çakıl taşı çıkarıp kazana atmış. Sonra “Ah” demiş “bir baş lahana olsa bu çorba daha lezzetli olurdu”. Yaşlı bir kadıncağız “Benim bahçeden kesiverin bir tane lahana” demiş “ne olacak” .Lahana kesilmiş, yıkanmış doğranmış kazana. Bilge bir iki sovanın katılmasının da iyi olacağını hatırlamış. Biri koşup sovanları getirmiş. Bilge “havuç da olsa ”, demiş havuçlar gelmiş. Patatesi hatırlamış patates. Yağ, şalgam, pırasa, biraz et, biraz buğday, nohut, bir iki parça tavuk Bilge yeni hatırlamış gibi bir sebze çorbasına konan neyi ansa katılmış çorbaya. Eh nasılsa masraf sayılmaz. Sonunda misler gibi bir çorba pişmiş. Bütün köy taslarını bu bedava çorbayla doldurup çayıra yayılmış. Muhabbete başlamış. Çorba bitince Bilge vedalaşmış gitmek için. Hemen taşını uzatmışlar. O “ben gidiyorum, taş sizde armağan kalsın” demiş “Bir arada çorba içmek istediğinizde kullanırsınız.”
Eh eski umutlarımızı tazeleyip taze bir yıla başlama vakti yaklaşıyor. Şimdiden yeni yılınız mutlu olsun.
Evrensel'i Takip Et