Hükümet yargıda 'reforma' doymuyor
Fotoğraf: Envato
Hükümetin yargıya yönelik eleştirileri doğrultusunda bir Anayasa değişikliği ile yargıyı tümüyle Hükümetin denetimine almaya hazırlandığı ortaya çıktı.
2010 12 Eylül referandumu sonrasında Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, HSYK gibi kurumlara kendilerine yakın bildikleri 160 dolayında yeni yargıcı atayan Hükümet, “Cumhuriyet tarihinin en büyük adalet reformunu geçekleştirdiğini” ilan etmişti. Böylece yargının CHP’li hatta Alevi yargıçların(*) vesayetinden kurtulduğu yüksek sesle propaganda edildi.
O günleri anımsayanlar, AKP’nin yargıyı ele geçirme hamlesini nasıl propaganda ettiğini, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın, yakın arkadaşlarının Yargıtay ve Danıştay Başkanları seçilmesi karşısında “Allah verdikçe veriyor” diye sevinç çığlıkları attığını, bu çığlıkların yandaş medyada manşetlere taşındığını unutmamıştır.
Ama son günlerde görüyoruz ki, Hükümet ve onun başı Başbakanın, HSYK, Danıştay ve Yargıtayın aldığı kararlardan hiç hoşnut olmadığı görülüyor. Bu hoşnutsuzluk öyle “pasif” yakınma düzeyinde de değil, sıcağı sıcağına, bu kurumların her kararı sonrası Başbakanın (ve her alandaki adamlarının), her gün meydanlardan yaptığı tehdit ve suç duyurularıyla bir “Yargıda Hükümete karşı örgütlenmiş bir çete var” kampanyasına dönüştürüldüğü görülüyor.
Bu durumda yapılan kampanyanın da öyle boşuna yapılmadığı, tersine Mecliste HSYK, Danıştay, Yargıtayı hedef alan bir tasarı hazırlandığı gün ışığına çıktı.
Hükümetin, hemen önümüzdeki günlerde bu konuları kapsayan bir Anayasa değişikliği için girişimler başlatacağı belirtiliyor.
Öyle ki olanlara bakınca insanın “Hükümet yargıda reforma doymuyor” diyesi geliyor.
Ancak Hükümetin istediği düzenlemeler anayasa değişikliği gerektireceği için de MHP, CHP, BDP ile uzlaşmak istediği, bunun için Balyoz ve Ergenekon davalarında yargılamanın yeniden yapılması, tutuklu vekillerin çıkarılması gibi konularda bir “at pazarlığı” yapmaya hazırlandığı anlaşılmaktadır.
Kuşkusuz ki, bugünkü koşullarda bu partilerin bir anayasa değişikliği için anlaşmaları çok zordur, hatta imkansızdır. Ancak AKP Hükümetinin bu yolla giderek yargı üstündeki baskısına Meclis baskısını da eklemeyi, hiç olmazsa bundan sonra savcıların ve mahkemelerin kararlarını kendi doğrultusunda etkileyecek bir ortam oluşturmayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Hükümetin elbette önümüzdeki üç seçimde, bu malzemeyi ayrıca kullanacağı da şüphe götürmez.
Böylece, bir kez daha şunlar görülmüştür:
1- AKP Hükümetinin nasıl bir yargı istediği iyice açığa çıkarak onun bağımsız yargı vb. söylemin boş laf olduğu, aslında Hükümetin kendi denetiminde bir yargı istediği çok açık biçimde ortaya çıkmıştır.
2- Demokrasiyi değil de despotizmi yönetim tarzı olarak benimseyenler için, yetkileri ne kadar artırılırsa artırılsın, onların daha çok itaat ve daha çok yetki iştahının da o ölçüde kabardığı daha açıkça görülmektedir.
3- Toplum, emir komuta zinciriyle zapturapt altına alınamayacak kadar canlıdır. Bu yüzden de en hassas makamlara en sadık adamalarını yerleştirseler bile mücadele o kardeşiz, içtiğimiz su ayrı gitmez diyenleri de bölmekte, karşı karşıya getirmektedir.
Bu yüzdendir ki, esas olan yargıya yönelik bu Hükümet saldırısının amacını, onun özgürlük ve demokrasi anlayışını teşhir etmektir.
Kısacası Hükümetin böyle bir Anayasa değişikliğini başarıp başaramaması ikincildir. Asıl olan özgürlükler ve Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesini kararlılıkla sürdürmek, halkın bu mücadeleye katılımını sağlanması için ortaya çıkan fırsatları son kertesine kadar kullanmaktır.
Hükümetin yargıya yönelik saldırısı ise, bir yandan rüşvet ve yolsuzluk operasyonuyla sıkıştığı köşeden çıkma öte yandan da bugüne kadar pek güzel geçindiği ama bugün çete ilan ettiği “cemaat”ten kurtulma hamlesidir.
(*) 2010 referandumu sırasında Hükümet yandaşı kesimler, özellikle de Sünni çoğunluğun olduğu yerlerde, nüfusun yüzde 20’sinden (Aleviler kastediliyor) gelen yargıçların yüksek yargıdaki yargıçların çoğunluğunu oluşturduğunu, Yüksek Yargının Alevilerin vesayetinde olduğunu iddia ediyorlardı. Ve özellikle de mezhepçi, dinci kesimleri bu gerekçeyle denetlemeyi amaçlıyorlardı.
- ‘Devlet benim’ demek yetmedi; ‘Türkiye benim, İslam benim’ diyor 28 Ağustos 2018 01:00
- Korkak kim, cesur kim; gerçek nerede? 24 Ağustos 2018 01:00
- 'Çocuk istismarı'na karşı mücadele 09 Nisan 2018 01:00
- İfade özgürlüğünün ne ‘alanı’ ne de ‘sınırı’ kaldı! 15 Şubat 2018 00:55
- Doların yükselişinin faturasını kim ödeyecek? 04 Aralık 2016 05:44
- Mücadeleye daha ileri bir bilinçle devam! 23 Kasım 2016 00:59
- Kılıçdaroğlu barışı mı savunuyor çatışmayı mı? 20 Ağustos 2016 00:58
- ‘Muhatap millet’ demek ‘muhatap yok’ demektir! 27 Ocak 2016 01:00
- Haritadan silerek birlik mümkün mü? 11 Kasım 2015 01:00
- Mücadeleyi yenileme zamanı! 07 Kasım 2015 00:56
- Bir kez daha; Birimizin derdi hepimizindir! 06 Kasım 2015 01:00
- ‘Sistem’ dayatıp ‘fiili başkanlığa’ razı etmek! 05 Kasım 2015 01:00