DİĞER YAZILARI

Biz gazeteciler için yoğun bir haftaydı geride bıraktığımız 10 Ocak Gazeteciler Günü. Daha açık bir deyişle, kamuoyuna haber akışını sağlayabilmek için gece gündüz demeden sahada koşuşturan muhabir, foto muhabiri, kameramanların, salt gazetecilik için uğraş veren basın emekçilerinin çalışma koşullarını iyileştiren, güvence altına alan 1961 tarihli yasanın yıl dönümüydü. Çalışanlarla işverenlerin ilişkilerini düzenleyen 5953 sayılı yasanın basın emekçileri lehine hükümler içeren madde değişikliği günümüze dek maddenin adıyla 212 sayılı Yasa olarak anılageldi. Gazetecilere, sendikalı olma, işverenleri ile toplusözleşme yapabilme hakkıyla birlikte beş yıllık bir kıdemin ardından çalışanın tazminat alma hakkını da güvenceye almıştı. Basın işverenleri o tarihte lokavta, sendika ise greve başvurdu. Patronlar, dönemin iktidarını gazete çıkarmamakla tehdit ettiler. Üç gün gazete çıkmadı. Sendika kendi gazetesini çıkararak basın emekçilerinin boyun eğmeyeceğini kanıtladı. Sonradan köprülerin altından çok sular geçti. Patronların daha çok para daha iyi şartlar önerisine hayır diyemeyen gazetecilerin çoğunluğu sendikalarından istifa etti. Örgütsüz ama yüksek ücretli gazeteci oldular. Aslında kısa sürede yalnız sendikalarını değil kendi özgürlüklerini de sattıklarının farkına vardılar. Ama artık çok geçti. Değişen yeni dünya düzeninde sermaye siyaset ortaklığı medya patronlarını da içine almış, bağımsız, bağlantısız gazeteciliğe yüz vermiyor, eleştirel gazeteciliği tarihe gömmeye çalışıyordu. Günümüze dek geçen 53 yıllık süreçte gelip geçen hiçbir iktidar basın emekçilerinin çalışma sorunlarıyla ilgilenmedi. Tersine, ucuz emeğe prim veren, sendikasızlığı teşvik eden işverenlere destek çıkan bir politika izlediler. Gelinen noktada holding gazeteleri, haberi örten, gizleyen, maniple eden haberleri ile gruplarının iç haberleşme bültenlerine döndüler. Gazeteciliğin kimliği ve standardı yok oldu. Siyaset erbabının ya da patronlarının kavgalarına taraf olan yazarlar gazeteciler(!) türedi. Meslekte kutuplaşma zirveye ulaştı. Evrensel meslek ilkeleri göz ardı edildi. Nefret söylemi manşetlere tırmandı. Erkek egemen toplum dili, ırkçılık, ötekileştirme gazetelerin, televizyonların yeni bir yüzü olarak ortalıkta artık.
        Böyle bir ortamda TGC ve TGS yöneticileri, görünürde basının ama aslında kamuoyunun gerçekleri öğrenme, doğru haber edinme hakkı olan basın özgürlüğünü, düşünceyi ifade özgürlüğünün önündeki -giderek büyüyen- engelleri anımsatmak amacıyla TBMM de grubu bulunan siyasi partileri 9 Ocak günü ziyaret ettik. Kısa satırbaşlarıyla kaleme aldığımız raporumuzu kendilerine sunduk. Çalışan gazetecilerin içinde bulundukları güç koşulları dilimiz döndüğünce anlattık. Bağımsız bağlantısız özgür bir gazetecilik için çözüm önerileri üzerinde çalıştığımızı, en kısa sürede bu çalışmayı da kendilerine ve TBMM  Başkanına  ileteceğimizi  söyledik. Bu ziyaretlerin peşi sıra CHP ve BDP’nin basın sorunları üzerinde meclis araştırması isteyen önergelerini TBMM  başkanlığına verdiklerini öğrenmek çabamızın boşuna olmadığının göstergesi olarak bize güç verdi.
TGC 10 Ocak’ta da Adalar Belediyesi ile ortaklaşa “Gazeteci Olmak/Gazeteci Ölmek”  başlıklı Heybeliada’da bir forum düzenledi. Forum öncesi, 1909’dan günümüze dek öldürülen 64 gazeteci için bir tören de yapıldı. 64 gazetecinin isimleri hoparlörlerden tek tek yankılanırken, gazeteciler ve forum izleyicileri de  “Burada” diye seslenerek ellerindeki kırmızı, pembe karanfilleri denize bıraktılar. Foruma dönerken uluslararası bir iletişim uzmanının  “Gazetecilik dürüstçe yapıldığında çok zor ve güçlüklerle dolu bir meslektir. Ancak o ölçüde de onurlu bir meslektir”  sözlerini anımsıyordum. Sonra 8 Ocak’ta katledilen genç meslektaşım Metin Göktepe, 19 Ocak’ta katledilen gazeteci kardeşimiz Hrant Dink ve yine 24 Ocak’ta evinin önünde katledilen Araştırmacı Gazeteci Uğur Mumcu’yu düşündüm. Muammer Aksoy’u da eklediğimizde bu yalnızca ocak ayı kıyımı. Devletin kendisiyle, faili meçhul cinayetlerle, üstü örtülü örtülüveren, halka karşı işlenen suçlarla yüzleşmesinin zamanı ne zaman  gelecek? Adaletsizlik, devlet korumasında ‘cezasızlık’ daha ne kadar sürecek. İlerisinden çoktan vazgeçtik, bize kurumları ve kuralları ile işleyen bir demokrasi yeter. Ceza yasasını, ceza usul yasasını, terörle mücadele yasasını iyileştirin yeter. Cezaevlerindeki gazetecileri, akademisyenleri, halkın oyuyla seçilmiş insanları özgür bırakın yeter. Ve bilesiniz ki bu kutsal gazetecilik mesleği için hapse de atsanız, işsizliğe de mahkum etseniz mücadelemiz sürecek. Halklar doğruları gerçekleri öğrenene kadar yazıp çizeceğiz. Ama emekçinin medyasında, ama sosyal medyada, nerede yurttaşa ulaşabilirsek o mecrada olacağız. Gezideki genç insanların cesareti, dayanışması ve spontane örgütlülüğü bize ışık oldu. Biz gazeteciler geziden ders çıkardık. Ders çıkarmayı beceremeyenler düşünsün.

Evrensel'i Takip Et