Umut vardır
Dünyada yılın futbolcusu ödülünü, yani orijinal adıyla FIFA Ballon d’Or (Altın Top) ödülünü Cristiano Ronaldo kazandı. Geçtiğimiz sene La Liga’da Barcelona, Şampiyonlar Ligi’nde Bayern Münih kupayı alırken Ronaldo’nun takımı Real Madrid ikisinin de gerisinde kaldı. Ancak bireysel performans olarak rakipleri Lionel Messi ve Franck Ribéry’den daha çok iz bırakan bir yıl geçiren Ronaldo’nun hem Altın Top ödülünü hem de ödül töreninde gözyaşı dökmeyi hak ettiğini düşünenlerdenim. Tek cümleyle anlatmak icap ederse “Çocuk iyi koştu”.
Altın Top ödülünün son üç yılı tamamen İspanya Ligi’nde oynayan oyuncular tarafından işgal edilmiş. 2010-2011 ve 2012’nin ilk üçünde Barcelona ve Real Madrid’in yıldızları Lionel Messi, Ronaldo, Xavi ve Andrés Iniesta’dan başka oyuncu yok. 4 oyuncu tabrlayı kapatmış.Messi’nin 3 birinciliğine karşın diğer 3 oyuncu ikişer kere kürsüye çıkmış. 2013’te de listenin demirbaşları Messi ve Ronaldo ilk iki sırayı alırken ilk kez La Liga dışında bir oyuncu Franck Ribéry ilk üçe girmeyi başardı.
2008 ve 2012 Avrupa Şampiyonaları ile 2010 Dünya Kupası’nı, sırasıyla Almanya-Hollanda ve İtalya gibi üç büyük ismi finalde eleyerek kazanan İspanya Milli Takımı’na da bakınca günümüzün futbol ekolünün adı ortaya çıkıyor. İspanya iyi oyuncuları yetiştiriyor, bir yandan da kendisine çekiyor. Düşünsenize bu listeye girmeyişi insanın içini sızlatan Zlatan Ibrahimovic, Mesut Özil gibi oyuncular İspanya Ligi’ne en tepeden uğrayıp, bir biçimde orada kalıcı olmamış isimler. İspanya’ya gitmeyen yıldızın kariyeri eksik sayılıyor. Futbolun beşiği İngiltere ise, ergenliği Almanya, delikanlılığı Brezilya, gençliği İtalya ise olgun yaşları İspanya olsa gerek.
Mantık giderek tekelleşen, korkunç bir ekonomik güce sahip Barcelona ve Real Madrid’in etkisine bağlıyor bunu. Öte yandan gönül, en zengin kulüp listelerine pek giremeyen Atletico Madrid’in, Valencia’nın İspanyol futbolunun istikrarına katkıları ortada diyor. Her şey para olsaydı milyarder işadamlarının gözdesi İngiltere, siyaset ve futbolun muhteşem işbirlikleri sergilediği İtalya, Avrupa’nın en istikrarlı ekonomisi Almanya ambargo koyardı başarıya. Son üç Avrupa Şampiyonası’nı kazanan Yunanistan ve İspanya milli takımlarının, Avrupa’nın ekonomisi en kötüye giden ülkeleri olması bizi başka bir yere götürmeli. Kaybeden bir ekonomiyken fırtınalar estiren Brezilya’nın, dünyanın en hızlı büyüyen piyasalarından birine dönüştüğü dönemden beri Dünya Kupası finali oynamayışında tesadüfi olmayan bir ters orantı görüyorum. Futbola çil çil para döken ABD’nin, Katar’ın bir türlü olduramaması;Türkiye Milli takımının en büyük iki uluslararası başarısının, ülkenin en büyük iki ekonomik krizi yaşadığı 2002-2008 yıllarına denk gelmesi de mi gol değil?
Futbolu zenginler dizayn ediyor gibi gözükse de, bu oyunun markaların, sponsorların, transfer piyasalarının, bahis istatistiklerinin elinde oyuncağa dönüştüğü ayan beyan ortadaysa da; futbolda hala ezilenlerin kazanmasını sağlayacak gizli, adil bir mekanizma var gibi. Ya da varlığına inanmak mutlu ediyor insanı. Kaybedenlerin sıkı sıkıya sarılıp kazanan olabildiği, beklenmeyenin beklendiği, maçların üç ihtimalli olduğu (hentbol bozulmaz umarım) yegane branş belki.
Kazandıkları paranın sıfır adedi bu köşedeki harf sayısını taşırmaya yetecek, dünyanın en iyi futbolcularıyla başlayan bir hegemonya hikayesini dahi birkaç paragrafta ezilenlerdeki umuda bağlayabilmek sadece futbola has bir ışık. Milyonlar bu sporu heyecanı, güzelliği, direnişi için takip ediyorsa da en çok verdiği umut için seviyor. Umut olmasa yaşayamayız çünkü.
Evrensel'i Takip Et