Bir edebiyatsever olarak, ütopyaları da, kara ütopyaları da çok severim. Biri geleceğe dair umudumu zenginleştirdiği, diğeri mücadelenin bitimsizliğini anımsattığı için. Bugünlerde özellikle kara ütopyanın yazarları Zamyatin’den Lovecraft’a bir dizi ismin aklıma düşmesi boşuna değil. Dünyanın 1. Paylaşım Savaşı ardından zihinlerde oluşturduğu insanlık karşıtı resmi edebiyata yansıtan bu birikimin bir benzerini önümüzdeki günlerde bu topraklardan beklemekteyim. Son birkaç yıldır yaşananları düşündüğümde Huxley’nin “soma” haplarını, Zamyatin’in totaliter devlete teslim olmuş numaralandırılmış “biz”lerini, Lovecraft’ın o geçmiş suçların ağırlığı ile yüklü gotik atmosferini yaratan acıların çok ötesinde acılardan, ağır bir değerler kaybı eşliğinde, üstelik çoğunlukla pek de fark etmeden geçtiğimizi görüyorum.
Ahparig Hrant Dink’in katlinin üzerinden 7 uzun yıl geçmiş, oysa üstü örtülü tehditlerin valisi ayakkabı kutularında dolarlar patlamasa hala İç İşleri Bakanı olmayı sürdürecekmiş. Roboskî Katliamı’nın üzerinden 2 yıl geçmiş, katliam için takipsizlik verilirken katledilenlerin yakınlarına tehditler yetmemiş, bu sabah evleri basılmış. Totaliter bir devlet aygıtının tüm kurumlarıyla yoklamada var yazıldığı, ancak bu totalitarizmin aslında iki cenahı olduğu ortaya çıkmış, ama aralarında kavgaya tutuşmuşken bile “biz”e karşı yekvücut olmayı ihmal etmezlermiş. Numaralandırılmayı kabul etmeyen, soma haplarını gizlice yok eden herkes düşmanmış. Hepsini alt alta dizsek tuğla kalınlığında bir korku romanı olacak. Elli, yüzyıl sonra okuyanlar yazarın kara ütopyanın bile sınırlarını zorladığını, fazla abarttığını söyleyecekler.
Bu zorlayıcı kara ütopya ayrıntılarına biraz da bizim alandan devam edelim. Adını vermekte yarar var, pek sevdiğim “adlandır, utandır” deyişine uygun olarak. Ankara 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi “yollarını kestikleri kadınların elbiselerini yırtıp göğüslerini sıkan sanıkların, mağdure ve müştekinin vücudu üzerinde gerçekleştirdikleri davranışların cinsel arzularını tatmin amacına yönelik olmadığını, diğer ifade ile gerçekleştirilen bu hareketlerin objektif olarak şehevi nitelik taşımadığı anlaşılmıştır.” diyerek bu eylemin cinsel saldırı olarak kabul edilemeyeceğine karar vermiş. Cinsel saldırının amacının toptan yanlış anlaşılması mı daha acıdır, “Cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar” başlığı altında düzenlenmiş “cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal etme” tanımının kavranışındaki eksiklik mi, bilemedim. Memeler ikincil cinsel özellikler olarak biyolojik cinsiyet gelişiminin belirtecidir. Memelere dönük bir eylemin cinsellikten ayrı tutulması hekimlikte mümkün değil ama gündelik hayattaki kabul gören belirteçler de pek mümkün olmadığını gösteriyor. Adı anılınca “meme” değil de, göğüs denerek cinsiyetsizleştirme çabası ve ifadedeki mahcubiyet de bunu doğruluyor zaten. Cinsel saldırının şehevi nitelik taşımasına gelince, el birliği ile meşrulaştırma çabalarının bir başka örneğine tanıklık ediyoruz. Şehvet hisleriyle, içkinin tesiriyle cinsel saldırı olduğu yanılsaması çok uzun yıllardır iyileştirmeye çalıştığımız bir hastalıktır. Kurtulamıyoruz bir türlü. Cinsel saldırı bir iktidar kanıtlama aracıdır ve şehevi hisler tümüyle iktidarı ele geçirmeye yöneliktir.
Kara ütopyalarda iktidarı ele geçirmek ve elde tutabilmek için bütün yollar denenir. İktidar için beslenen o şehevi hisler de kullanılan bütün araçsallaştırmalarda olanca çıplaklığıyla tarif edilir. Gene de, ister soma haplarının esrikleştirmesi, ister içkinin tesiri, hiçbiri yaratılan dehşeti meşrulaştırmaya yetmez. Gün gelir, numaralandırılmayı reddeden birileri çıkar. Başka bir ütopyanın kapısını aralar, gerçeğe ulaşır.
20 Ocak 2014
DİĞER YAZILARI
Yeniden Beyaz Yürüyüş
27 Şubat 2025
Sizin operasyonunuzun adı ne?
20 Şubat 2025
Tasfiye edilen bilim
13 Şubat 2025
Beyana saygı
30 Ocak 2025
Kolektif irade
23 Ocak 2025
Memoria
16 Ocak 2025
Hoş gelmedin yeni yıl, bizsiz olmaz!
2 Ocak 2025
Bir ödülün hikayesi
26 Aralık 2024
Hüsnü Öndül, insan hakları mücadelesine armağandı...
19 Aralık 2024
İnadına tanıklık
5 Aralık 2024
EVRENSEL'İNMANŞETİ

101 milyarlık gasp
Enflasyonla mücadele adı altında uygulanan Erdoğan-Şimşek programı, enflasyonu düşürmüyor ama ücret ve maaşları acımasızca ezmeye devam ediyor. DİSK-AR’ın araştırmasına göre sadece iki aylık enflasyon nedeniyle işçilerin, memurların ve emeklilerin cebinden en az 101 milyar lira çalındı. “Enflasyonun nedeni ücret zamları” yalanının foyası da açığa çıktı.
BİRİNCİSAYFA
SEFERSELVİ

İletişim-İş Genel Başkanı Gürkan Emreoğlu yazdı
Türk Telekom işçisi yoksulluğa mahkum değil

Ramis Sağlam'ın haberi
TOKİ’nin kentsel dönüşüm projesine mahalleli tepkili

Seyit Aldoğan'ın haber analizi
Yunanistan'da genel grev hükümeti sarstı

Yücel Özdemir'in haber analizi
Evrensel'i Takip Et