Kentimizi kendimiz yönetmemiz için…
30 Mart 2014’te yapılacak “yerel seçim”in bir yerel seçimden çok dahası olduğunu artık herkes kabul ediyor.
Özellikle de 17 Aralık’ta patlak veren, Türkiye tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk skandalından sonra yerel seçim, “Siyasetin yeniden yapılanması mücadelesine” dönüşmüş de bulunuyor.
Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ve onu izleyen gelişmelerle, büyük iş çevrelerinden belediyelere, kimi bürokratlardan, bakan ve başbakan çocuklarına, bakanların kendisine, Suriye politikasından İHH-El Kaide ilişkilerine kadar ortaya çıkan kirli çamaşırları Hükümet, kendisine karşı komplo olarak göstererek, rezaletten bir mağduriyet de çıkarmak istiyor. Dahası Başbakan Erdoğan ve Hükümeti, süreci bürokrasiyi yeniden yapılandırma ve AKP’nin kadrolaşması için bir fırsata dönüştürmeyi amaçlıyor.
Böylece AKP Hükümeti, bir yandan “Hükümete karşı darbe” iddialarıyla mağduriyet üstünden halkı yedeklerken öte yandan da yerel bütçenin yandaşlarca yağmalanmasına dönüşen yerel yöneticilik anlayışının, yerel yönetimlerde yağmanın gündeme getirilmesini de önlemek istiyor.
Çünkü merkezi ekonomik politikalar yandaşların Hazineyi yağmalamasının, yağmanın rüşvet, kara para, yolsuzluk vb. yolla paylaşılması olduğu gibi yerel yönetimler de yerel bütçelerin, sermaye partilerinin yerel yandaş rant çevreleri arasında paylaşılması olarak biçimlenmiştir.
Bu yüzden de yerel seçimler, rüşvet, yolsuzluk tartışmaları bakımından da önem kazanmıştır.
Dahası önceki gün Halkların Demokratik Partisinin (HDP), belediye başkan adaylarını açıklarken ilan ettiği “yerel seçime iki parti girmekte”dir sözleri dikkate değerdir. Bunlardan birisi AKP, CHP, MHP gibi fraksiyonları olan “haramilerin partisi”, diğeri ise halkın kendi kendini yönettiği bir belediyeciliği savunan, kentin imkanlarını halkın daha iyi yaşaması için seferber eden partilerin, çevrelerin, aydınların, kültür insanlarının bir araya geldiği HDP’dir. Seçim de aslında bu iki mihrak arasında olacaktır. Bu açıdan bakıldığında yerel yönetim seçimlerine 70 gün kalmışken, şu iki konuya vurgu yapmak elzemdir:
1- Rantçı belediyeciliğin hem belediyecilik anlayışının hem de bunun sonucu olarak onlarca yıldır, ülkenin kaynaklarını çar çur eden, halkın birikimlerini yağmalayan belediyecilik uygulamalarının teşhiri önem kazanmıştır. Ki, bu yağma yerelde herkesin gözü önünde yapıldığı için teşhiri ve halkın olan biteni anlaması nispeten kolay olacaktır.
2- Halkçı belediyeciliğin nasıl bir belediyecilik yapmak için mücadele ettiği; çevre, kentsel dönüşüm, çocukların ve yaşlıların bakımı, ulaşım, halk sağlığı, temizlik, aydınlatma, su ihtiyacı,… gibi başlıca hizmet konularında nasıl bir düzen savunduğu, halkın yerel yönetime nasıl katılacağına kadar pek çok konuda bir aydınlatma faaliyeti hayati önem kazanmıştır.
Ve elbette seçim süreci hem AKP’nin öteki sermaye partilerinin şahsında temsil ettiği düzene, hem de yerel yönetimlerin aslında bu düzenin yerel dayanakları olarak, halkın yedeklenmesinin araçları olmasına karşı bir mücadele olmak durumundadır.
Sonuçta bu seçimde pek çok belediye seçimini başka partiler kazansa bile halkın politikada öne çıkmış kesimlerinin halkçı belediyecilik anlayışı ve kendi talepleri etrafında mücadele edecek bir mevziye girmesi, son derece önemli olacaktır. Çükü böylece seçimden sonra da halk, kendi yerel talepleri için mücadele edebilecek, rantçı belediyecilik uygulamalarına karşı direnecek gücü bulacaktır.
Kentimizi kendimiz yöneteceksek, bu iddiamızda kararlıysak, öncelikle kendimizi örgütlemeli, bunun için mücadele etmeliyiz.
Halkın önemli kesimlerinin harekete geçtiği, kentin ve ülkenin sorunlarına kulaklarını açtığı bir dönem olarak seçim dönemi, bu mücadelenin örgütlenmesinde, halk örgütlerinin dayanaklarının oluşturulup geliştirilmesi için son derece önemli bir fırsattır. Bu fırsatı heder etmemeliyiz.
Evrensel'i Takip Et