22 Ocak 2014
DİĞER YAZILARI
Edebiyat 15 Nisan 2015
Normalleşmek 8 Nisan 2015
Adil 18 Mart 2015
Beklenti 11 Mart 2015
Koşa koşa 4 Mart 2015
Adım adım 25 Şubat 2015
Her şey 18 Şubat 2015
Mendil 28 Ocak 2015
Yuvarlak 14 Ocak 2015
Yabancı 7 Ocak 2015
YAZI ARŞİVİ

Birkaç gündür Barcelona’dayım. Dünyanın futbol denince insan aklına düşen en üst düzey her konusunun göbeği burası. Kazanmanın süreklilik gösterdiği, kaybetmenin uzun yıllardır istisnaya bağlandığı ülke. Biz endüstriyel futbol derken, futbol endüstrisinin alıp gittiği, okyanuslara yelken açtığı yer.
İspanyol futbolu kazanıyor senelerdir. Alabilecek kupa kalmadı buraların gençlerine. Sadece Real Madrid ve Barcelona’yı demiyorum, milli takımı, Atletico Madrid’i derken kıtanın ve dünyanın birkaç kere tartışmasız büyüğü olduğunu kanıtladılar.
Biz de bağırıyoruz. “Endüstriyel futbol istemiyoruz.” diye.  Lakin buralarda futbol endüstri olmanın çok ötesinde. Hani futbol en büyük sektör, futbolu durdurmak isteyenler dış mihrak diye yaftalamıyor neredeyse. Hükümete karşı duranlar “Averaj Lobisi”nin bir üyesi olmakla itham edildi edilecek.
Endüstriyel futbol bizim toprağın çocukları için şu demekti. Kombine biletler, sadece orta-üst sınıfın izleyebildiği maçlar, markalı ürünler ve daha benzerleri. Takım sevgisini o kadar yukarıda tuttu ki bizim toprağın gençleri; markalı ürünleri ve kombine biletleri kendi takımının lehine avantaj gibi gördüler. Sandılar ki, takımlarının markalı ürünlerini alırlarsa, güzel oyunun önünü açacaklar. Ah, ne kahraman, ne cesur, ne güzel çocuklardı…
Sevdikleri takımlar anonim şirketlere dönüştükçe, hisseleri borsalarda alınıp satıldıkça iyi olan kazanacak zannettiler. İyi olmaya çabaladılar. Ama hiç de öyle olmadı. Peşinden yollar teptikleri forma, onlara ambargo koymaya başladı. Uğruna yüzlerini guaj boya ile boyadıkları renkler, birilerinin egemenliğine geçti. Annelerin evde ördüğü kazaklar, neredeyse telif haklarının altında ezildi gitti. Takımının renklerini özgürlüğünün simgesi sayan taraftar, aynı renklerin tescilli marka olup kendilerinden uzaklaşmasına bir söz edemedi. Hatta takımının resmi mağazasından alışveriş yapmayanı dışladı. Resmi mağazayı takımının başarısının garantisi saydı.
İspanya futbolu başarıdan başarıya koşuyorken hiç kimse Real Madrid formasının, Barcelona müzesinin ticari bir meta gibi satılmasını yadırgamaz. Normal. Burada, Barcelona’nın göbeğinde 8 avroya Nou Camp’ın çimleri bir pakete koyulup satılıyor. Kim Barcelona’nın taraftarı olsa ses etmez bu düzene. Futbolun en güzelini oynayan bu çocukların bastığı her adım avro cinsinden bir fiyatla varsın satılsın der herhalde. Lakin, kazananı oyunun mu yoksa masabaşı tezgahın mı belirlediğini bilemeyen bizim semtin çocuklarının içinden gelmez herhalde bir avuç çimene bir günlük asgari ücreti vermek. Verse ayıp olur.
Türkiye’deki birçok muhalif taraftar grubu dahi takımın resmi mağazasından alışveriş etmeyi kendine bir ödev edinmiş. Stat yolunda satılan resmi logosuz üründen rahatsız oluyor. Kendi sevdasını tekeline alan, oyunun zevkini dolarla avro ile ölçen kulüp yönetiminden huylanmıyor da; sonradan doğan bu logolu ürün kaidesini çiğneyen fason üreticiden yaka silkiyor. Hadi Barcelona’yı Real Madrid’i anladım, sahanın her santimetrekaresine basıyor, hakkını verdiği o sahanın çimlerini de parsel parsel satıyor.  Geçmişini müze, geleceğini reklam yapmış pazarlıyor. Ama kardeşim bize ne oluyor ki kazanamayan futbolu onlar gibi metalaştırmaya çalışıyoruz?
Gelmiş geçmiş en iyi oyuncu Messi’nin muhtemelen haritada dahi gösteremeyeceği Türkiye’nin bir havayolunun reklamında oynaması dahi tadını kaçırıyor insanın, düşünsene. İstiyoruz ki 27 yaşındaki Arjantinli, 300 küsur günlük havayolu grevine, sansürlenen gazetelere ses etsin; o havayoluyla ifade etmesin kendisini. Ama aynı biz, salt takımımız kazansın diye resmi mağazadan alışveriş etmeyeni kınıyor, şirketlerin iki renge ipotek koymasına kafa sallıyoruz ya. İşte o zaman iyi olmayan oyunu ödüllendirmiş, futbolun endüstrileşmesine yol açmış oluyoruz. O da yakışmıyor işte.

Evrensel'i Takip Et