22 Ocak 2014 00:21

Örgün eğitimde yabancılaşma

Örgün eğitimde yabancılaşma

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Haftalardır yazılarımda yabancılaşmadan söz ediyorum. Kendimize yabancılaşma, hayatımıza yabancılaşma, verdiğimiz oylara yabancılaşma, ürettiklerimize yabancılaşma, vs… Yabancılaşma, yaşamın her anında, her mekanda yeniden üretiliyor. Peki, okulda nasıl üretiliyor yabancılaşma? Yabancılaşmanın tohumları okulda, örgün eğitimde nasıl atılıyor? Önce, örgün kelimesine de bir bakalım. Düzenli görevler yapan organlardan oluşan bir yapı anlamı göze çarpıyor, hemen. Sözlük bir de “örken” sözcüğüne yönlendiriyor bizi. Çeşitli anlamları var. Ağırlıklı olarak urgan, örülmüş ip anlamında. Hem hayvanları bağlamaya yarayan ip ve zincir anlamında hem de insanları. Hatta yular ve hatta kement anlamı da var. İlginç değil mi? Buna tekrar döneriz.
Kapitalist üretim biçimi, kendini garantiye almak için kullanır okulu. O okulda öyle bir şey yapar ki, okullardan çıkanlar iflah olmaz. Çarkın dişlisi olmuşlardır. Birkaç üretim hatası tabii ki çıkar, ama onlar da o kadar olacak. Önemli olan çoğunluğun çarka uygun hale gelmiş olması.
Örgün eğitim kurumu olan okul, çok olağan ve sorgulanamaz bir şekilde müfredatı belirleyerek yapar bunu. Bu ilk adımdır. Müfredatı belirlemek demek, bireylerin ve toplumun öğrenme ihtiyacını da belirlemek demektir. Öğrenme ihtiyacı üzerinde tahakküm kurmak demektir: “Sen bunu öğrenmelisin. Senin ihtiyacın budur.” Sonuç: ihtiyaçlarının farkına varamayan, ihtiyaçlarına yabancılaşmış birey…
Müfredatı belirlemek ilk adımdır, dedim. Müfredatın nasıl öğrenileceğini ya da aktarılacağını belirlemek de ikinci bir adımdır: “Sen bunu bu şekilde öğreneceksin. Başka yöntem yok.” Başka bir deyişle, üretilmiş bir bilginin nasıl öğretileceğini de belirler okul. Diyalogsuz, otoriter tarzda, iletişimsiz… İletişerek değil, ileterek… Dolayısıyla, bu şekilde hem başka bilginin mümkün olmadığını ima etmiş olur hem de öğretme ve öğrenme sürecinin tek yönlü olduğunu… Yani öğretenden öğrenene… Hatta öğrenen derken bir öğrenen özne imasında bulunmuş olurum, bu yanlış olur. Dolayısıyla öğretilen kişiye… Öğrenme veya öğretme yöntemine bu şekilde müdahale edildiğinde bilginin üretilme şekline de dolaylı olarak müdahale etmiş olur okul ve tabii ki dolayısıyla neyin bilimsel bilgi olduğuna…
Şimdi de en mükemmel adım geliyor: Ölçme ve değerlendirme yöntemi olarak sınavlar… Müfredata, yönteme müdahale eden okul, bireylerin gerekli (Okulun belirlenen amaçları doğrultusunda) özelliklere sahip olup olmadığının sınanmasına da müdahale etmez mi? Eder tabii. Hatta bireylerin gerekli özelliklere sahip olup olmadığının sınanması gerektiğine karar verirken de okul müdahalecidir. Sınama gerekir, der ve sınama da böyle olacak, der. Böyle olunca, sınav bir kaygı yaratır. Başkaları tarafından öğrenmenize karar verilen bilginin sizin tarafınızdan kalıcı bir şekilde edinilmiş olup olmadığı yine başkalarının koyduğu ölçütler ile sınanır. Üstelik bu bilginin öğrenme ya da öğretilme şekline de başkaları karar vermiş. Sizin kontrolünüz dahilinde olmayan bir süreçten öğrenip öğrenmediğiniz veya öğretilip öğretilmediğiniz sınanacak. Ne büyük bir kaygı kaynağı… Bir de üstelik sistemin eğitimli (!) rehber öğretmenleri ya da psikolojik danışmanları, yabancılaşma kaynaklı olarak yaşadığınız kaygıyla baş etme yollarını size öğretecekler. Hadi bakalım öğrenilmesi gereken bir şey daha: “Kaygıyla baş etme yolları”. Hatta bununla ilgili kuramlar falan bile üretilmiş olacak eğitim psikolojisi alanında.
Örgün eğitim sistemi, hem sizin ne öğreneceğinize karar verecek, hem nasıl öğreneceğinize hem de öğrenip öğrenmediğinizin sınanması gerektiğine ve ne şekilde sınanması gerektiğine… Bu yolla ürettiği kaygıyla baş etme yolunu da öğretecek utanmadan. “Ben ne öğrendim?​”, “Ben ne biliyorum?​” ve “Ben nasıl biliyorum?​” sorusu bu durumda anlamını yitirecek. Bu anlam boşluğunda yabancılaşma pekala yaşanır. Böylesi bir yabancılaşmanın üretildiği okul, görevini tamamlamış, demektir. Hadi bakalım, şimdi sıra mesleğinizi icra ederken ürettiğinize yabancılaşma, yaşam alanınıza yabancılaşma, bir vatandaş ya da yurttaş olarak yaşadığınız yerde başkalarının aldığı kararlara yabancılaşma, attığınız oya yabancılaşma, vs…
Buna niye örgün eğitim sistemi deniyor, anlaşılıyor. Sistem ağlarını öyle bir örüyor ki, kuşatıyor sizi, sımsıkı bağlıyor, kaçmaya çalışanları kementle yakalıyor gerektiğinde, takıyor boynuna yuları, dizginlemeye çalışıyor bireyi ve toplumu… At gibi… Yarış atı benzetmesi de boşuna değil… Zaten bir gün “ATLARI DA VURURLAR”. Al sana örgün (örken) eğitim... Boynunda yularla tahakküm altına alınan birey ve toplum yabancılaşmaz da ne yapar... Ne o bireye birey denir, ne de o topluma toplum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa